Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlarından Sayın Fatih Dönmez, madenlerle ilgili  bir önergeye verdiği yanıtta, mevcut durum itibarıyla yürürlükte olan 118 farklı yabancı firmaya ait 593 maden ruhsatı bulunduğunu belirtti. Maden İşleri Genel Müdürlüğü kayıtlarında ise 2003 öncesi dahil, halen adına arama, ön işletme ve işletme ruhsatı düzenlenmiş 51 yabancı ortaklı şirket bulunuyor.

Kaymaz Altın Maden Yatağı ile ilgili mücadelemizde, genç bir maden mühendisi, “  …Mücadelenizi, takdirle karşılıyorum. Bugünkü şartlarda, yabancılar madenlerimizi bedavaya kapatır. Gelecek nesiller belki akıllı olur, bu madenlerimizi, kendi insanımızın yararına işletir” sözleri hala hafızamızdadır.

Ne var ki ülke olarak, genç maden mühendisimizin uyarılarını dikkate almıyoruz.

Türkiye Jeoloji Mühendisleri Odası yetkilileri,  AKP Hükümeti tarafından 5 Haziran 2004 tarihinde, TBMM’den geçirilen,  5177 sayılı değişiklik ve 5213 sayılı Maden Kanunu’na dikkat çekerek, bu yasalarla yabancı sermaye maden işletme ruhsatı alma konusunda büyük kolaylıklar sağlandığını ifade ettiler.

Tıbbi Jeoloji Uzmanı Sayın Dr. Eşref Atabey, "Yabancı şirketler, başka bir ülkede maden işletip, cevher elde ediyorsa ve büyük payını kendi ülkesine götürüyorsa bunun adı sömürge madenciliğidir. Türkiye'de şu anda sömürge madenciliği var." "Eğer bir “beka meselesinden söz edilecekse, bizim yaptığımız madencilik, ülkemiz için çok büyük bir beka meselesidir. Gelir yok, zarar ediyoruz. Sağılığımız ve geleceğimiz büyük tehlike altında." diyerek kamuoyunu uyardı.

Ekonomik açıdan, maden işletmeciliği önemli bir yere sahiptir. Ancak AKP döneminde hayata geçirilen 5177 sayılı Maden Yasası ile bu işletmecilikten, ülkemizin hiçbir çıkarı söz konusu değildir. Maden şirketi beyanla elde ettiği gelirin, yüzde 2’sini ilgili kamu kurumlarına ödeyecektir.

Bugün madenlerimizin yüzde 80'i de yabancı şirketlerin elindedir. Yani şu anda sömürge madenciliği var. Bir ülkenin şirketleri, başka bir yabancı ülke sınırları içinde o ülkenin iş gücünü ve imkânları kullanarak maden işletip, maden üretiyorsa, cevher elde ediyorsa ve bunun büyük payını kendi ülkesine götürüyorsa bunun adı sömürge madenciliğidir.

Ayrıca yasa gereği bu tür yatırımlara devlet tarafından sağlanan  “teşvik”le (vergi muafiyeti, SSK primlerinin, harcanan elektriğin vb.) yarısının devlet tarafından karşılanacaktır.  Şu anda maden çıkaran şirketlerin adı yerli de olsa, büyük hissedarının yabancı olduğu dikkate alındığında,  yeraltı kaynaklarımızı yabancılara hibe ettiğimiz gibi, üstelik bir de vergilerimizle, bu şirketlerin giderlerini ödüyoruz.

Türkiye Maden Mühendisleri Odası, uluslararası firmaların Türkiye’ye ilgisinin artarak devam ettiğini,  Rio-Tinto isimli ABD- İngiliz sermayeli uluslararası bir şirketin, tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de faaliyetlerini arttırdığına dikkat çeken oda yetkilileri, şirketin, Türkiye’deki yerli bir uzantısı aracılığıyla,  Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaklaşık 1.4 milyar hektarda,  yani Doğu Anadolu Bölgesi büyüklüğünde bir alanda  maden arama ruhsatını eline geçirdiğine vurgu yapmışlardı.

Eskişehir maden yönünden ülkemizin, en zengin illerinde biridir. Eskişehir bünyesinde altın, boraks, krom, manganez, asbest, dolomit, cips, kaolen, manyezit, perlit, Eskişehir Taşı(Lüle Taşı), talk, toryum, mermer gibi dünya standardındadır. Ancak bu madenleri, Eskişehir ekonomisine katkısı yok denecek kadar azdır.

ESO çatısı altındaki meslek komitesi üyeleri, zor ve sorumluluğu yüksek bir sektörde, faaliyet göstermesine rağmen, “MADENCİLİK KÜMESİ”  yapısı altında, bir araya gelmeleri, madencilik sektörü açısından umut vericidir.

Eskişehir’ de MADENCİLİK KÜMESİ”nin kurulması ve ülkemizde bir ilk olması, ülkemiz ve Eskişehir ve madenlerimiz açısından, olumlu ve örnek bir gelişmedir.

Eskişehir il bünyesindeki madenleri, ekonomiye kazandırmak ve istihdam yaratmak için de sanayinin motoru haline getirmek zorundadır. Ham olarak ihraç edilen madenlerin ülkemize ve kente sağlayacağı getiri çok azdır. O nedenle de Eskişehir’ deki madenlerin, ham yerine işlenmiş olarak ihracatı sağlanmalıdır.

Elbette madenlerin, çıkarılması ve işlenmesi, kolay bir iş değildir. Ancak, çok iyi bir planlama, üniversite- sanayi işbirliği, en önemlisi de madenlerle ilgili Ar-Ge çalışmaları pekâlâ madenlerle ilgili teknolojiyi ülkemizde kazandırabilir. Ayrıca bu alandaki teknoloji üretim ve transferi de kurumsal yapıya kavuşturabilir. Yeter ki istensin…

Türkiye’de madenlerin aranması için MTA (Maden Tetkik Arama Enstitüsü) ile işletilmesi için de Etibank’ın kuruluşu Cumhuriyetin ilanından on yıl sonraya rastlar. 14 Haziran 1935 tarihinde bizzat Atatürk’ün talimatıyla kurulan MTA, ekonomik değere sahip sahaları ilgili bakanlık kanalıyla Etibank’a devretmeye, Etibank da bu kaynakları işletmeye zorunlu kılınmıştır.

1936 yılında tam anlamıyla faaliyete geçen Etibank, öncelikli olarak yabancıların elinde olan maden şirketlerini devlet adına satın alarak millileştirme politikası takip etmiştir. Krom, bakır, demir, kömür madenleri yabancı şirketlerden satın alınarak devletleştirilmiş, MTA tarafından keşfedilen yeni madenler de işletmeye açılmıştır.

Türkiye’de 1980 öncesinde MTA ve Etibank gibi kuruluşlar aracılığıyla devlet eliyle yürütülen madencilik faaliyetleri, 1985’te dönemin başbakanı Turgut Özal’ın politikalarıyla özel sektöre açıldı. Özel sektörün koşullarına uygun olarak değiştirilen kanunlarda 2000’lerden beri yapılan değişikliklerle günümüzde koruma altında olması gereken pek çok yer madencilik faaliyetlerine açık hale getirildi.

Ülkemizde yabancı şirketler tarafından çıkartılan madenlerin maddi hiçbir getirisi olmadığı gibi doğanın tahrip edilmesi, siyanürle toprakların, havanın zehirlenmesi, iş güvenliğindeki ihmaller nedeniyle, ölümler de cabasıdır. Ayrıca yabancı şirketlerin çıkardığı madenlerden elde ettiğimiz katma değer, tahrip edilen katma değerin milyonda biri bile değildir.

Bu nedenle de madenlerimiz kamulaştırılmalı, zaman kaybetmeden, madencilikle ilgili deneyime sahip  MTA’nın arayıp bulduğu, geçmişte Etibank’ın devleştirdiği, çıkarıp işlettiği, madenlerimiz, ham madde olarak değil, kendi firmalarımız ve insanımız tarafından, yüksek katma değerli uç ürün olarak ihraç edilmelidir.