Madencilik, ülkelerin kalkınmasında önemli rol oynayan sektörlerden biridir. Maden ürünleri, sanayi, enerji, tarım ve inşaat sektörlerinin, temel girdilerini oluşturmaktadır. Sanayinin de lokomotifidir. Gelişmiş ülkelerin kalkınma süreci değerlendirildiğin de madenciliğin itici gücünün ne kadar önemli olduğu görülecektir.

Ancak Türkiye, madenlerden arzu edilen boyutlarda yararlanılamıyor.  Madenlerimiz yabancı şirketler tarafından çıkartılıp, gelişmiş ülkelerin kalkınma sürecine katkıda bulunuyorlar.

Ekonomik açıdan, maden işletmeciliği önemli bir yere sahiptir. Ancak son çıkarılan 5177 sayılı Maden Yasası ile bu işletmecilikten, ülkemizin hiçbir çıkarı söz konusu değildir. Şöyle ki; maden şirketi, beyanla elde ettiği gelirin, yüzde 2’sini ilgili kamu kurumlarına ödeyecektir.

Nitekim Türkiye Jeoloji Mühendisleri Odası yetkilileri,  AKP Hükümeti tarafından 5 Haziran 2004 tarihinde, TBMM’den geçirilen,  5177 sayılı değişiklik ve 5213 sayılı Maden Kanunu’na dikkat çekerek, bu yasalarla yabancı sermaye maden işletme ruhsatı alma konusunda büyük kolaylıklar sağlandığını ifade ettiler.

Yasa gereği bu tür yatırımlara devlet tarafından sağlanan  “teşvik”le (vergi muafiyeti, SSK primlerinin, harcanan elektriğin vb.) yarısının devlet tarafından karşılanacaktır.  Şu anda maden çıkaran şirketlerin adı yerli de olsa, büyük hissedarının yabancı olduğu dikkate alındığında,  yeraltı kaynaklarımızı yabancılara hibe ettiğimiz gibi, üstelik bir de vergilerimizle, bu şirketlerin giderlerini ödüyoruz.

Türkiye Maden Mühendisleri Odası, uluslararası firmaların Türkiye’ye ilgisi artarak devam ettiğini, son yıllarda Rio-Tinto isimli ABD- İngiliz sermayeli uluslararası bir şirketin, tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de faaliyetlerini arttırdığına dikkat çeken oda yetkilileri, şirketin, Türkiye’deki yerli bir uzantısı aracılığıyla,  Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yaklaşık 1.4 milyar hektarda,  yani Doğu Anadolu Bölgesi büyüklüğünde bir alanda  maden arama ruhsatını eline  geçirdiğine vurgu yaptılar.

AMDL şirketi, Yeni Anadolu Mineral Madencilik Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi-YAMAŞ” adıyla yeniden örgütlendi ve 1 milyon 255 bin hektar veya 4 bin 800 kilometre karelik bir alanda maden aradığı belirtildi. Daha sonra YAMAŞ, Rio Tinto şirketi ile Türkiye toprakları üzerinde  “stratejik ortaklık” kurduğunu ilan etti.

Maden sahalarının yabancılara açılmasının, toprak satışlarından hiçbir farkı bulunmamaktadır. Hatta maden sahalarını, yabancılara açmakla yerin, hem üstünü, hem de altını yabancılara devretmiş olunuyor

Eskişehir, maden yönünden ülkemizin, en zengin illerinde biridir. Eskişehir bünyesinde altın, boraks, krom, manganez, asbest, dolomit, cips, kaolen, manyezit, perlit, Eskişehir Taşı(Lüle Taşı), talk, toryum, mermer gibi dünya standardındadır. Ancak bu madenleri, Eskişehir ekonomisine katkısı yok denecek kadar azdır.

Eskişehir il bünyesindeki madenleri, ekonomiye kazandırmak ve istihdam yaratmak için de sanayinin motoru haline getirmek zorundadır. Ham olarak ihraç edilen madenlerin ülkemize ve kente sağlayacağı getiri çok azdır. O nedenle de Eskişehir’ deki madenlerin, ham yerine işlenmiş olarak ihracatı sağlanmalıdır.

Elbette madenlerin, çıkarılması ve işlenmesi, kolay bir iş değildir. Ancak, çok iyi bir planlama, üniversite- sanayi işbirliği, en önemlisi de madenlerle ilgili Ar-Ge çalışmaları pekâlâ madenlerle ilgili teknolojiyi ülkemizde kazandırabilir. Ayrıca bu alandaki teknoloji üretim ve transferi de kurumsal yapıya kavuşturabilir. Yeter ki istensin…

Tıbbi Jeoloji Uzmanı Sayın Dr. Eşref ATABEY, "Yabancı şirketler, başka bir ülkede maden işletip, cevher elde ediyorsa ve büyük payını kendi ülkesine götürüyorsa bunun adı sömürge madenciliğidir. Türkiye'de şu anda sömürge madenciliği var." "Eğer bir “beka meselesi”nden söz edilecekse, bizim yaptığımız madencilik, ülkemiz için çok büyük bir beka meselesidir. Gelir yok, zarar ediyoruz. Sağılığımız ve geleceğimiz büyük tehlike altında." diyerek kamuoyunu uyardı.

Ayrıca Sayın Eşref ATABEY’ e göre Türkiye'nin her tarafı madenciliğe açıldı. Her yer taş ocağı mermer ocağı, Türkiye şu an felaket durumda. Eğer “beka meselesi”nden söz edilecekse, bizim yaptığımız madencilik, ülkemiz için çok büyük bir tehlike, bir beka meselesidir. Gelir yok, zarar ediyoruz. Ülke toprakları ve suyu tamamen kirletiliyor. Yani sağlığımız, geleceğimiz şu anda büyük tehlike altında.

Altın madenciliğinde pasa olarak kenara koyduğunuz “artık” malzeme, depoladığınız yerden yağmur suları ve kar sularıyla sürekli yıkanır ve aşağı doğru süzülür. Siyanür içindeki elementleri hareketli hale getirir. Pasa tabanında asidik bir su birikir ve sülfürik asite dönüşür. Yani en tehlikeli asittir. Bu da yer altı sularına, içme sularına, barajlara karışır. Balıkların ve mikroorganizmaların topluca ölümüne neden olur. Doğanın ekolojik dengesi bozulur.

1935’te Atatürk tarafından ülke madenlerinin aranıp bulunması için kurulan MTA, 1985'te genel müdürlük oldu, özerkliğini, enstitü kimliğiyle birlikte araştırmacı kimliğini de kaybetti. 2000'lere kadar ciddi şekilde Türkiye'deki tüm madenler aranıp bulundu ve işletilmesi için Etibank’a devredildi ancak Etibank’ta özelleşti. 1963’te madenlerin yüzde 75'i kamunundu. Geldiğimiz noktada madenlerin yüzde 99,2'si özel sektörün, bunun da  yüzde 80'i yabancı şirketlerin elindedir.

Ülkemizde madencilik, öncelikle kamu eliyle yapılmalı. Türk insanı tarafından değerlendirilmelidir. Gerektiği yerde, gerektiği kadar, ihtiyacımız kadar çıkartılmalı, madenler ham madde olarak değil de yurt içinde ham maddeyi işleyen tesisler yaparak, katma değer ürün elde ederek, kullanmalıyız ve ihraç etmeliyiz.  Çünkü madenlerini doğru değerlendiren ülkeler, kalkınır ve zenginleşir.