“Geçinmek” diye başlayan her cümlenin artık sosyal ilişkilerden ziyade cüzdanımız ile aramızdaki çalkantılı bağdan ibaret olduğu bu günlerde,

Ekonomik krizin bünyemizdeki tüm krizleri tetiklediği, sabretmenin de yorulduğu, kemerlerin artık son deliğine kadar sıktığımız gerçek günlerin yılmayan savaşçıları olarak bir bilene soralım dedik bu hafta…

Şükür ki “Kâr etmek” deyince aklıma hala sadece para gelmiyor.

Bazı değerli insanların varlığına paha biçilmiyor…

Şehir Gazetesi'nin Kıymetli okurları,

Bazı sıkıntıların tahlilini kiminle yaptığınız da önemli.

Öyle samimi anlattı ki, öyle güzel tespitlerde bulundu ki kendisini tanımış olmanın en büyük kâr olduğunu ve varlığına paha biçilemeyecek kadar değerli olduğunu gösterdi.

Ticaret Odası'nın göz alıcı aydınlığında keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Bu haftaki konuğum Eskişehir Ticaret Odası Başkanı Sayın Metin Güler,

Efendim siz bize, biz size hoş geldik, nasılsınız?

-Hoş geldiniz Asalet hanım. Teşekkür ediyoruz.

-Efendim şu zamandan bu zamana kadar devam eden diye bir ifade ile başlamak istemem ama konu enflasyon olunca zaman mefhumu zaten mevzunun gerisinde kalıyor.

Sizce Enflasyon ile mücadele Tüccarlar açısından nasıl gidiyor ve bu mücadelede en çok etkilenen sektör sizce hangisi?

-Enflasyon sadece Türkiye’nin problemi değil biliyorsunuz tüm dünyanın problemi. Örneğin Almanya’da şu anda 2.1 enflasyon var ve Almanya ciddi sıkıntıda.

Ama tabi ki bizim de son iki yıldır yaşadığımız sıkıntı öncelikli olarak iş insanlarını oldukça etkiledi. Vatandaşı da rahatsız etti.

Dolayısı ile Enflasyon meselesi acil müdahale edilmesi gereken bir konu.

Ama tabii ki bu kadar yüksek bir Enflasyon ile mücadele etmek de hemen halledilebilecek bir konu değil, zaman içerisinde yine zamana yayarak çözüme ulaşabilecek bir konu.

2024 yılının başlarından beri bir planlama dahilinde sistem ilerliyor.

Ama Enflasyonu körükleyen bazı unsurlar da var.

Yüksek maliyetli finansal ulaşımlar sağlıyoruz.

Mesela 2024 yılını çalışsa da hiç para kazanmadan kapatan firmalarımız var.

Bu da enflasyon ile mücadelenin yarattığı en zor durumlardan biri.

Cirolarımız yüksek ama kar oranlarımız çok düşük kaldı.

Bu durum içerisinde Gıda sektörünü ayırıyorum çünkü özellikle pandemi sonrası gıda sektöründe arz ve talep çoğaldı.

Hele ki Eskişehir özelinde bir öğrenci şehrinde.

Sonuçta sıcak para girişi var.

Ama yine de geldiğimiz noktada yüksek enflasyon ile mücadele etmeyi henüz öğrenemedik.

Bu tasarrufun ülkenin her kademesinde özellikle devletin de yapması ve bunu vatandaşında hissederek yapması önemli.

Bu yansıma muhakkak olmalı. Ama maalesef hiçbir işletmemizde finans yönetimi diye bir kavram yok.

Yani enflasyon ile mücadele ederken finans yönetmek diye bir şey söz konusu değil.

Ama planlama dahilinde sistem devam ederse 2025; sonuna doğru enflasyon ile mücadele başarılı olacağımızı düşünüyorum.

Ama şu anda enflasyon ile birlikte içeride talep daralması diye de başka bir sorunumuz var.

Vatandaşın alım gücü düştü ve ihtiyacı olana bile çok zor ulaşıyor.

Öncelikleri değişti.

Beyaz eşyadan tutun da, mobilya, ev tekstili diye devam ederken şu anda konut alımı hele neredeyse hiç yok.

Araba bile alamıyor kimse.

Dolayısı ile bütüne baktığımızda topyekun bir mücadele yapılsa da bence biraz daha yolumuz var.

Ama en çok etkilenen sektör İnşaat.

Beyaz eşya sektörü, mobilya yani dayanıklı tüketim ürünlerine vatandaş ihtiyacı olsa da alım gücü maalesef yok.

Sayın Güler memleketin ahvalini anlatırken,

Dert ile dertlenmek ifadesi geliyor aklıma.

Vahamete hakim ama ümitsiz de değil..

Kurtulma derdi olanın kurtarma derdi olur deriz ya hani. Tam da içimden bunu söylüyorum.

Sadece sorunu dile getirmiyor, olması gerekene kafa yoruyor.

-Efendim beyaz eşya, mobilya deyince aklıma kredi kartlarında yapılan yeni düzenleme geldi.

Bu düzenleme ile alakalı neler söylersiniz?

-Dayanıklı tüketim ticareti yapanlar enflasyondan en çok etkilenen işletmeler derken kastettiğim buydu.

Mesela Eskişehir Beyaz eşya sektöründe alt yapısı güçlü bir şehir.

Ama gelinen noktada hem iç talepte, hem dış talepte de daralma var.

Nedenlerini araştırmak lazım ve bence yeni pazarlar bulmak lazım.

Biz Avrupa ile iş yapmaya alıştık ama şu anda Avrupa’da da daralma var.

Akla Afrika geliyor ama Afrika da kendi ürünlerini üretmeye başladı.

Bizim yeni bir umuda ihtiyacımız var.

Yarınlara umut ile bakabilmemiz lazım.

Hem iş insanlarının, hem çalışanlarımızın…

Şu anda bu karmaşa henüz enerjisini yitirmedi.

Sırf talebi kısmak ile bu işe bir çözüm bulunabileceğini düşünmüyorum.

Ülkenin gelir ve gider noktasındaki planlamasının doğru yapılması lazım.

Ve bunu vatandaşa da hissettirmesi lazım.

Yani bir mücadele söz konusu ise topyekun bir mücadele gerekiyor.

Üretimde çeşitliliğe gidilmesi lazım.

İş insanlarının yeniliklere açılacağı yeni sektörlerin kurulması için çalışmalar yapılması lazım.

Faiz oranlarının bu yenilikleri henüz desteklediği söylenemez.

2025’ in ilk altı ayının sonuna kadar bu durumun devam edeceğini tahmin ediyorum ama sonrasını da hep beraber yaşayarak, göreceğiz.

Aslında bankalar kredi kartlarındaki düzenlemeyi yaparken bankalara Ticari taksitlendirme imkanı verdi. Mesela bir tüccar mal almak istese altına kredi kartına taksitle alabiliyor.

Ama banka kendi bünyesinde bunu uygulamıyor.

Oysa kapanarak bu mücadele ile başarı elde edilemez.

Biz bu zamana kadar ekonomide büyüyerek başarılı olduk. Ama bu dönem böyle bir strateji var ve getirdiklerini de götürdüklerini de yaşayarak göreceğiz.

Ama bana göre bu düzenleme piyasayı daha çok tıkayan bir düzenleme.

-Sayın Güler Asgari ücretteki yeni düzenlemeyi nasıl buluyorsunuz.

Acaba bu yapılan son zam, işverenin işçiyi çıkarmasının önüne geçmek için mi bu şekilde gerçekleşti?

-Sadece o değil, bu oranın içerisinde enflasyon ile mücadele de var.

Ama ben size şöyle bir örnek vereyim,

Bizim kendi işletmemiz içinde çalışan 100 kişiden aşağı yukarı üç kişi asgari ücretle çalışır.

Geri kalan çalışanlarımız zaten asgari ücretin üzerinde maaş alıyor.

Asgari ücret ile çalışanların şu şartlarda geçinme şansı yok.

Ama biz çalışanlarımıza asgari ücret artmasa bile zam yapmak zorunda kaldık.

Çünkü geçinme sıkıntısının farkında olunca kazandığınızı paylaşmak istiyorsunuz.

Ama burada asıl mesele vergisel kısımlarda.

Brüt maaş üzerinden kesilen vergiler var.

Ama dönüp baktığımızda maaşlar değişken olsa da herkesin kendi gelirine göre sosyal donatıları var.

Alışkanlıklarımız vazgeçilmezlerimiz olmuş.

Gelire baktığında insanlar zaten ancak yemeye, içmeye ve giyimime harcayabiliyor.

Onun haricinde tasarruf etme şansının olmadığını görüyor.

Ama önceden insanlar tasarruf ediyor, kenarda birikim yapabiliyorlardı.

Şu anda böyle bir şey söz konusu değil.

Önceden işletmelerde de “yedek akçe” kavramı vardı.

Şimdi “yedek akçe” kavramı diye bir şey de kalmadı. Çünkü işletmeler para biriktiremiyor.

Güncel ekonomiyi değerlendirirken aklıma diğer anlamı da geliyor.

Aktüel…

Sonra da şu üç harfli marketlerin hepimizi üç harfler çarpmışçasına başımızı döndüren her gün bitmek bilmeyen Aktüel günleri.

Geldiğimiz noktada bu marketlerin kurban bile satıp sadece insan satmadığı tuhaf bir ticari anlayışında vatandaş oraları kolay ulaşılabilir bulsa da ticari açıdan bu durum nasıl değerlendiriliyor diye merak ediyorum.

-Sayın Güler, üç harfli marketlerin bu ürün çeşitliliğinin sınırsızlığı hakkında ne düşünüyorsunuz efendim.

Duydunuz mu, tekne bile satıyorlar?

-Bu marketler maalesef ekonomiye çok şey kaybettiriyor Asalet hanım.

Şimdi bir sistem var,

Örneğin, Eskişehir Ticaret Odası’nın 18.000 üyesi var.

Esnaf Sanatkarlar Odası’nın ise 20.000 e yakın,

Tam 38.000 üye yapıyor. Ortalama 40.000 üye yapar. Eşlerini de saysak, ortalama 80.000 üye…

Düşününce en ufak esnaf da olsa iki kişi çalıştırıyor.

Ama burada asıl mesele yine sistem.

Sonuç itibari ile marketçilik kavramına bir çerçeve getirilmediği sürece bunlarla mücadele edemezsiniz.

Çünkü beyaz eşyadan tutun, araba lastiğine, mobilya, halı, ev tekstili ve kozmetik dahil, kurban, hırdavat daha aklımıza gelmeyen her şey satılıyor.

Yani sadece gıda değil.

Şarküteri, sebze değil..

Aklınıza gelen her şey.

Bakanlığa onlarca yazı yazdık ama maalesef şu anda yürütülen bir çalışma da yok.

Yani düşününce, kasap bitti, manav bitti, bakkal bitti.

Bu şekilde her ürünü satabilirsin ama dünyada bunun örnekleri var.

Mesela marketleri eczaneler gibi bir statüye getirirsin.

Metrekare belirlersin, lokasyonu şuralarda olacak veya her mahallede üç tane olacak gibi kurallar koyabilirsin.

Yoksa bu sektör adeta bir dev gibi ortaya çıkacak ve geri kalan ne kadar enstrüman varsa maalesef mağdur olmaya devam edecek.

Ve kendi inisiyatifinde yaptığı indirimler ile ekonomide belirleyici oluyor ve diğer esnaflar ile rekabeti bitiriyor.

Efendim peki ticarette ara eleman sıkıntısı var mı?

Artık neredeyse her şehirde üniversite var ve gençler genelde mutlaka üniversite okumaya kanalize ediliyorken branşlaşmış ara eleman bulmakta zorluk yaşanıyor mu?

-Şimdi şöyle gençler hangi bölümleri okurlarsa okusunlar,

İşletme, maliye, endüstri vs

Ama bu gençleri birer girişimci, birer müteşebbis olarak ortaya koyamazsanız, bu gençler kurumların kapılarınca yıllarca beklerler.

Müthiş bir üniversite mezunu veriyoruz.

Ama girişimci iş insanları yaratamıyoruz.

Düşünün, 25 kişi girişimci olsa, en az 75 kişi de onların yanına zaten işe girer.

Bu denklemi kuramadığımız için sıkıntı yaşıyoruz.

Mezun veriliyor ve mezunlarımız hep sadece bir yerde çalışmayı hayal ediyor.

Ama hiçbiri iş kurmayı maalesef hayal etmiyor.

Mavi yakada belki ihtiyaç zaman zaman olabilir ama hiçbir işletmede veya kurumda beyaz yaka ihtiyacı yok.

Aslında bu fikrin çocuklarımıza daha ortaokul çağlarından itibaren aşılanması lazım.

Örneğin çıraklık eğitimde biri tornacı olurdu, biri boyacı, biri mobilyacı, biri motorcu vs.

Şimdi çırak yok.

Şimdi inşaatlarda bile kırk yaşın altında çalışan yok.

İş dünyası sadece kitaplarda öğretildiği gibi değil.

Bu mesleklerin pratiğini bilen elemanlar da lazım.

Ama maalesef ciddi bir sıkıntı var.

Ve sohbetimizi tamamlıyoruz.

Son olarak,

-Sayın Güler Şehir Gazetesi'ni okuyor musunuz?

Şehir okurlarına son olarak neler söylersiniz?

-Şehir Gazetesi her gün masamda..

Tabi ki okuyorum… Şehir Gazetesi kendi mecrasında şehrin nabzını tutabilen başarılı bir gazete.

Objektif bakış açısını da takdir ediyorum.

Dimdik ve bir yerlere yaslanmadan devam ediyor.

Tabi ki bu duruş Murat Keskin’in hatta babası Sn. Fahri Keskin'in doğru bir çizgide devam etmesinden kaynaklanıyor.

Çok da güzel oluyor.

Tüm Şehir Gazetesi okurlarına selamlarımı iletirken bu güzel sohbet için de size teşekkür ediyorum.

Efendim şahsım ve şehir ailem adına teşekkür ederken kıymetli okurlarım ben de izninizle cümlelerimi şöyle tamamlamak istiyorum,  “En büyük kâr FEDA” kârlık zannedilse de bence bu konuda da itidalli olmak tasarrufu da harcamayı da abartmamak gerek.

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere…

Kalın sağlıcakla…