Yarın 8 Mart. Yine büyük laflar edilecek, süslü cümleler kurulacak. Kadınların ne kadar değerli olduğu anlatılacak, sosyal medyada mesajlar paylaşılacak, bazı iş yerlerinde çiçekler dağıtılacak. Sonra? Sonra 9 Mart gelecek ve her şey kaldığı yerden devam edecek. Kadın, yine en çok yükü sırtlanan olacak. Yine emeği görünmez, sesi duyulmaz olacak.

Ama biz kadınlar artık biliyoruz ki haklarımız, bir günlüğüne hatırlanacak şeyler değil! Bizim hayatın her alanında var olmamız, sadece bir “övgü” meselesi değil, bir zorunluluk. Kadının olduğu her yer daha güçlü, daha adil ve daha yaşanabilir. Ama hâlâ büyük bir mücadele vermemiz gerekiyor. Çünkü psikolojik şiddet, ekonomik eşitsizlik, iş hayatındaki ayrımcılık ve daha niceleri kadınları hayata katılmaktan alıkoymaya devam ediyor.

Bugün bir kadına “şiddet” dediğimizde akıllara hemen fiziksel şiddet geliyor. Oysa bir kadını en çok yoran, bazen en çok iz bırakan şey, görünmeyen şiddet. Küçük düşürmeler, aşağılamalar, sözle incitmeler, yok saymalar… Bir kadının hayallerine ket vurmak da bir şiddettir. Bir kadının sesini kısmak, onun kararlarını hiçe saymak da şiddettir. Çalışmak isteyen bir kadına “Senin işin evde oturmak” demek de, hayatını kontrol etmeye çalışmak da. Üstelik tüm bunlar sadece bireysel bir mesele değil. Kadının yaşadığı psikolojik şiddet, çocuklarını da, ailesini de, çevresini de etkiliyor. Kadının özgüveni sarsıldığında, toplumun dengesi de bozuluyor.

Kadınların Meclis’teki temsili hâlâ yüzde 17 civarında. Çalışma hayatında ise kadın istihdamı erkeklerin yarısı kadar. Üstelik çalışan kadınlar da genellikle cam tavan engeliyle, düşük ücretle ve güvencesiz işlerle mücadele etmek zorunda. Oysa yıllar önce, 1926’da kabul edilen Medeni Kanun’la Türk kadınına büyük haklar tanındı. Kadınlar mirasta, boşanmada, meslek seçiminde erkeklerle eşit hale getirildi. Ancak bu hakları kağıt üzerinde bırakmamak için mücadele etmek gerekiyor.

Ben basın sektöründe çalışan bir kadın olarak şunu çok iyi biliyorum: Medya, kadının gücünü ya yüceltebilir ya da onu sıradanlaştırabilir. Kadının hep mağdur, hep zayıf gösterildiği bir medya anlayışı, aslında topluma da böyle bir algıyı yerleştiriyor. Oysa kadın sadece şiddet mağduru değil, bilim insanı, mühendis, doktor, sanatçı, siyasetçi… Kadın her şey olabilir! Kadınları sadece belli günlerde anmak, ona çiçek vererek “gönül almak” yetmez. Esas mesele, kadının kimliğini, emeğini ve söz hakkını tanımak.

Kadın medyada daha fazla yer aldığında, haberleri yazan da yorumlayan da kadın olduğunda, işte o zaman anlatılar değişecek. Kadının bir meta gibi sunulmadığı, başarılarının ön plana çıkarıldığı bir medya düzeni mümkün. Ama bunun için daha çok kadının gazetecilikte yer alması gerekiyor. Sadece izleyen değil, anlatan, yazan, çizen, yöneten olması gerekiyor.

Bize düşen, hayatın içinde daha fazla var olmak. Çalışmak isteyenin önüne engel koyulmayan, eğitim almak isteyenin desteklendiği, meslek edinmek isteyenin cesaretlendirildiği bir toplum hayal değil. Atatürk yıllar önce bu zemini hazırladı. Şimdi o yolda yürümek bizim elimizde.

8 Mart, ancak kadınların gerçekten güldüğü, hayatın içinde hak ettikleri gibi var olduğu zaman anlam kazanacak. O güne kadar biz mücadelemize devam edeceğiz. Şiddetin her türlüsüne karşı duracak, hakkımız olanı almak için sesimizi yükselteceğiz. Kadın isterse her şeyi başarır! Yeter ki pes etmeyelim, birlikte yürüyelim.

Dünya Kadınlar Günümüz kutlu olsun. Ama unutmayalım, gerçek kutlama, her gün haklarımızı yaşayabildiğimiz bir dünyada olacak.