Şehir bugün yorgun,

Buruşturup atılan yaz boz kağıdı gibi eskimiş,

Çalkalanıp ters düz olmuşçasına bulanık,

Çöpe atılan eskimiş elbise kadar kırgın. Tüm ağaçları kökünden koparırcasına esen fırtına,

Üzerine örtülen bembeyaz örtü,

Çalmaktan usanmış siren sesleri,

Yere düşen son portakal çiçeği tanesi…

Ne zaman okumuşum da ezberlemişim bilmem bu dörtlüğü..

Ama bugünlere o kadar uygun ki..

Hatta Eskişehir‘e..

Mental bir yorgunluk içinde bu şehir.

Kendi içinde çok farklı..

Nefes nefese, boğazı yanıyor düşmek üzere…

Çok farklı bölgelerde farklı şehirlerde yaşamış biri olarak söyleyeyim bu şehir çok konuşuyor.

Herkes her şeyin bilgisine sahip olmadan alimi..

Hele ki siyaseti..

Hamamyolunda bir amcanın yanına otur mevzu siyaset,

Espark’ın yemek katında bir teyzenin yanına otur mevzu siyaset,

Tramvayda, kıraathanede, hastanede poliklinik önünde her yerde..

Herkes siyasi analist..

Bir dönem teşkilatları eleştirirdim. Ceketi giyen kendini siyasetçi zannediyor diye ama mefhum teşkilatlardan ibaret değil.

Tartışmaktan da yorgun bu şehir..

Anlatmaktan da..

Üç yudumluk bir bardak çayın bir yudumu bardakta soğuyup kalırken,

Uzun sohbetlerin tek konusu siyaset.

Ama o da anlamını yitirdi..

Kimse artık konuşmak istemiyor.

Herkes pes etmiş durumda.

Anlatmak için anlayacak lazım mottosunun muhatabı yok artık.

Bu şehir siyaset yorgunu..

Hatta Eskişehir siyasetinin eskilerine, ehil sayılan eskileri ile sohbet etmeye bir başlayın.

“Offff diye başlayan cümleler, “yaaaa diye devam eden serzenişler ve istisnasız “yorulduk” diyenler..

Birilerinin birilerini hırpalarken bile yorulduğu bu şehir..

Gayretin nihayet ile hiç tanışmadığı bu garip şehir..

Karşıdan bakanların hayran olduğu,

Belki de adı gibi eski ama mecalsiz bu şehir..

Yüz ölçümünün arttığı, mahallelerinin büyüdüğü,

Ama dokunsan ağlayacak bu şehir..

Yine bir dörtlük geldi aklıma,

Biraz yorgunum,

Kavgaları birikiyor insanın!

Her uzvundan ayrı ayrı taşıyor acısı zamanla!

Yaşımdan yorgun, yaşımdan telaşlıyım bugünlerde!

Kaç yaşındayım sahi saymadım, bilmiyorum!

Belki kırklarımdayım belki otuzlarımda!

Belki de doksan sene yuvarlandım bu dünyanın sırtında

Hiç bilmiyorum!

Biraz sussa mı herkes.. Ya da mevzuyu mu değiştirse.

Çıkıp şelale parktan rüzgarı mı dinlese,

Sonra Odunpazarından aşağıya sallanıp, yedilerde bir bardak çay içip güvercinleri mi yemlese..

Porsuk bile temizlenebiliyorken,

Şu lisanımız, kırgınlığımız, küskünlüğümüz bu şehrin sırtından bir inse…

Neydi ismi şu mikrofonu ağlatan hamamyolundaki sokak sanatkârı abimiz,

Sarı gömleğine kırmızı kravat takıp hareketli şarkılar mı söylese..

Biri bir şey yapsın ne olur..