İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ömer Adil Atasoy, karar verme konusunu derinlemesine inceleyen ve bu alandaki bilimsel çalışmaları özetleyen bir makale kaleme aldı.

Değerli okuyucu, karar verme hayatımızın her safhasında ve belki de her anında karşımıza çıkan bir olgu. Karar vermede dikkat edilecek hususlar yönetim ve insan ilişkilerini konu edinen çeşitli bilim dallarının konusu haline gelmiş bulunuyor. Aldığımız kararlarda isabet veya isabetsizlik ve ortaya çıkan sonuçlar hem günlük yaşamımızı hem de iş, meslek ve toplum hayatımıza yön veren önemli bir etken.

            Karar almada doğru bilgi, sahip olduğumuz değerler bütünü, karşılaştığımız farklı olayların bize kazandırdığı tecrübe, kişisel birikim ve deneyimlerin sonucu elde edilen sezgi gücü ve bazı anlık kararları alma ve uygulamada gösterilen çabukluk, kendine güven ve mutluluk duygusu zihinsel, duygusal faaliyetlerimizin bir ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Belki bunlar kadar önemli olan aldığımız kararların içselleştirilmesi ve mevcut değerler sistemimize uygun olarak verilmiş, sonuçlarından memnunluk ve huzur bulacağımız kararlar olmasıdır.

Bu yazı karar almada “akıl-gönül ilişkisinin” bireysel, mesleki ve toplumsal mutluluğumuz için önemini ortaya koymaya çalışan bir deneme niteliği taşımaktadır. Her karar bir iletişim eylemi içinde alınır ve gerçekleşir.  Karar alma süreçleri kadar iletişimin şekli, üslubu ve araçları da önemlidir. Kimi insani ve toplumsal duygular olumlu etkileşim yöntemleri sayesinde kişisel ve toplumsal mutluluğumuzun temelini oluştururken, kimi doğru bilgiye dayanmayan yanlış kararlar, iletişim hataları veya kopuklukları, iletişim konusu düşüncenin ve söylemin uygunsuzluğu insani ve toplumsal yaraların açılmasına ve savaşlara sebep olabilmektedir. Yüce Kitabımız Kuran doğru bilginin önemi konusunda tüm insanlara şu uyarıyı yapmaktadır: “Ey İman edenler!.. Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun doğruluğunu araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa kötülük edersiniz de yaptığınıza pişman olursunuz” (Hucurat:49/6. Ayet).

 

Bu yazı nasıl ortaya çıktı? Kısaca belirtmek gerekirse, “Karar Almada Akıl-Gönül İlişkisi: Taylasan Kuramı” başlığını taşıyan bu yazı fikrinin oluşumunu ilk tetikleyen, TRT’nin çok izlenen “Diriliş Ertuğrul”, “Kuruluş Osman” ve “Fatih Sultan Mehmet” dizilerinde Süleyman Şahı, Ertuğrul Gaziyi, Osman Bey, Şeyh Edebali ve İstanbul Fatihi Fatih Sultan Mehmet gibi tarihi şahsiyetleri canlandıran değerli oyuncuların giydiği kıyafetler oldu. Bu kıyafetlerin tarihi gerçekliğe oldukça yakın ve titizlikle hazırlanmış olmalarını takdirle karşıladığımı ayrıca belirtmek isterim. 

            Zihnimdeki konuşmacı, Osmanlı-Türk İslam giyim tarzında kullanılan sarık şeklindeki başlığın, “Taylasan” denilen ve göğse doğru salınarak kalbe kadar uzanan parçasının “akıl ile gönül; beyin ile kalp arasında bağ kuran “sembolik bir altın yol” olduğu söylüyordu. İçimdeki konuşmacı bu yolun, insan için, karar almada ve uygulamadaki önemi üzerinde duruyordu.  Yazı, zihnimde yer etmiş bu kısa içsel söyleşinin, insani iletişim ve karar verme süreçleri bakımından önemini kavradığım bir zamanda ortaya çıktı. Yazının ortaya çıkmasını kolaylaştıran bir başka etken de ufkumu açan bazı okumalarımın bu sıralarda gerçekleşmiş olmasıdır. Öncelikle, Merhum Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu’nun kitaplarını, vefatından sonra yeniden keşfedip, Kızımla beraber okumaya başlamıştık. Bu kitaplardan, özellikle “İçimizdeki Biz”, “İnsan İnsana” ve “Savaşçı” dan çok etkilendiğimi ve yararlandığımı söylemeliyim. Bu sayede, insanın kişilik gelişimindeki safhaları, şu andaki halimizle ne kadar insan olduğumuzu; İnsanlığımızı tamamlamak ve gelişmek konusundaki serüvenimizi öğrenmek ve önemini anlamak imkanı buldum. Kendine göre hayatın akışına uyarak pusulasız yaşayan bizlerin, mürebbileri tarafından terk edilmiş çocuklar gibi olduğumuzu hissettim. Cüceloğlu Hoca, kişisel mutluluğun kaynağı olarak bizim bu yazıda “Akıl- Gönül İlişkisi” dediğimiz olguya; “Kişisel Bütünlük İlkesi” diyor ve belli bir kültürün içinde yetişmiş değerleri olan bir aydın; kişisel bütünlük ve tutarlılığa sahip mutlu bir insan olabilmek bakımından önemi üzerinde duruyordu. Yazının belirginleşmesine ve kağıda dökülmesine ön ayak olan ikinci kitap ise, Amerikalı yazar Jonah Lehrer tarafından yazılmış olan “Karar Anı” adlı kitap oldu. İlgimi çeken bu kitabı dikkatlice okuma imkanı buldum. Yazarın, insan beyninin karar alma süreçleri ve karar anı konusunda verdiği örnek olaylar, kişilerin karar verme sürecinde ve anında takındıkları tutum ve davranışlar çok dikkat çekici idi. İnsan, yaşanan her an ve zaman için bir “Hayat Similatöründe” değişen şartlara göre en uygun kararı almak ve uygulamak bakımından ne dereceye kadar eğitilebilir ve kendini geliştirebilirdi? Değişik eğitimleri alma imkanı olsa bile, fevkalade değişken, bilinmeyen, ön görülemeyen şartlarda karar anı geldiğinde kendisi, kurumu ve toplum için “mutlu sonu” sağlayacak en uygun kararı nasıl alabilir? Bu konuda yapay zekalı akıllı makinaların katkısı ve rolü ne olabilecekti? Yapay zekalı bir düzeneğin, yazılım programından aldığı veriler doğrultusunda aldığı karar ve yaptığı işin olumsuz sonuçlarının sorumluluğu kime ait olmalıydı? Yapay zekalı düzenek, yazılımını kendisi güncelleyebilme ve davranışlarını gerekli olan normlara uyarlayabilme yeteneğine sahip olabilir mi idi?

            İnsana en çok tatmin duygusu ve iç huzuru veren karar anları; insanın verdiği karardan dolayı mutlu olduğu, eski dilden gelen bir deyişle söylersek “mutmain” olduğu; yani, kendisi ile barışık ve kararından dolayı huzurlu bir hal içinde olduğu anlardır. Karar anının önemi ve kararın isabeti, karar anı ile onu takip eden veya edecek olan eylemin çok kısa zamanda gerçekleşmesini gerektiren ve geri dönüşü olmayan hallerde daha da çok önem kazanmakta idi.

            Türk- İslam giyinme kültür ve geleneğinde başa sarılan “sarığın” önemli bir simgesel anlamı var. Sarık, başa değişik biçimlerde şekil verilerek sarılan bir tülbenttir. Başa doğrudan sarılabildiği gibi giyilen bir başlık üzerine de sarılarak meydana getirilebilir. Sarık, başı çeşitli dış etkilerden, özellikle de sıcak veya soğuk iklim ve olumsuz hava şartlarının hakim olduğu bölgelerde yaşayan insanlar için, güneşin yakıcı etkisinden veya güneş çarpması gibi ölümcül etkilerinden koruyan önemli bir vasıtasıdır. Eski İnsanların günlük hayatta giydikleri kıyafetin önemli ve ayrılmaz bir parçasıdır. Hem kadın ve hem de erkek kıyafetlerinde eşit öneme sahiptir.

            Başa sarılarak oluşturulan sarığın, batı dillerine geçmiş ve yerleşmiş şekliyle adı “Türban” olmuştur. Başa dolanan tülbent ve onun başa dolanması ile elde edilen çeşitli şekillerdeki başlık manasında kullanılmaktadır. Sarık adı verilen başlığın asıl malzemesi çeşitli desen ve renklerde dokunmuş olan tülbent şeklindeki geniş ve uzunca bir kumaştır. Tülbentin başa sarılma şekli, cinsi, tülbentin dokunmasında kullanılan elyafın cinsi sarığa özellik katan unsurlardır. Sarığın sarılış şekli, özel ve ayrı isimler verilmesine ve değişik sosyal kategorilerin ayırt edilmesinde ve isimlendirilmesinde önemli roller oynamıştır. Sarık yapmada kullanılan kumaşın cinsi ve istenilen şekle uygun olarak başa sarıldıktan sonra sarık üzerine konulan değerli taşlar ve gösterişli süslemeler sarık saran kişinin sosyal kimliğini ortaya koyan tamamlayıcı unsurlar olarak dikkat çekerler. Genellikle pamuk, yün, ipek gibi doğal maddelerden dokunan tülbent şeklindeki kumaşın dokunuş biçimi, renkli olup olmaması veya hangi renge boyanmış olduğu da bir kişilik ve sosyal mevki göstergesi ve iletişim aracıdır. Sarık ve kıyafet bir iletişim aracı olarak bu özel şekliyle ayrı bir anlam kazanır. Bu manada, düşünen aklı ve kalpte yer alan hikmeti; yaşanan olay ile doğru ve güzel olanı birleştirerek ifade etme, akıllıca ve hikmetli ders verme, güldürürken düşündürme ustası Sivrihisarlı Nasrettin Hoca’mızın herkes tarafından iyi bilinen bazı fıkralarını hatırlatmak yeterli olacaktır.

            Başa sarılan sarık, her başlık gibi insanın en önemli uzvu olan başı ve onun içinde yer alan insani aklın kaynağı ve merkezi olan beyni koruyucu bir görev ifa eder. Akıl ve gönül ilişkisinin sembolik ve görsel bir ifadesi olarak, sarık şeklinde kullanılan tülbentin bir kısmı, başa istenilen tarzda sarık şekli verilerek sarıldıktan sonra sabitlenir.  Sabitleme sarık şeklinin bozulmaması için önemlidir. Tülbentin geri kalan uç kısmı ise sol omuz üzerinden göğüs bölgesine doğru ve kalp hizasına gelecek şekilde salıverilir. Adeta, baş yani “akıl” ile insani değerlerin, duyuların, vicdanın merkezi olan kalp “gönül” arasında bir bağ, iletişim hattı kurulmuş olur. Bu görsel ve sembolik iletişim hattı, merkezi beyin olan saf aklın yöneldiği ve önerdiği kararların, insani değerlerin merkezi olan kalbe danışılarak ve onun onayı ile alınması gerektiğini hatırlatan sembolik bir uyarı ve hatırlatma sistemidir.

            Beynin aldığı kararlar ve aklın verdiği hüküm, kalpte yer alan evrensel manada kabul görmüş insani ve İlahi değerler sistemine danışılarak ve gerekli onay alındıktan sonra uygulanmalıdır. Böyle bir süreçten geçerek alınan kararın uygulanmasından gönül hoşluğu, iyi ve yararlı bir iş yapmış olmaktan doğan huzur, insani ve toplumsal manada bir uygunluk, manevi tatmin ve mutluluk hasıl olur.

            Başa sarılan sarık şeklindeki tülbentin, başı sarıp sarmaladıktan sonra genellikle sol omuz üzerinden kalp bölgesine kadar uzatılan kısmına “Taylasan” denmektedir.  Taylasan, sarık şeklinde sarılan tülbentin baş ile kalp arasında köprü vazifesi gören ve sembolik olarak bu bağı, ilişkiyi kuran parçasına verilen addır. Sarık şeklindeki tülbentin kalbe doğru omuz üzerinden uzanan “Taylasan” adı verilen uzantısı; “akıl- gönül bağlantısını” sağlayan ve böylece karar almada kişisel uyumun, sağlıklı iletişimin, gönül hoşluğu ve mutluluğun elde edilmesinin; anlamlı, huzurlu ve mutlu bir yaşamın sembolik olarak anlatımıdır. Hatta “Taylasan” denilen ve kalbe doğru uzatılan kısmın kısalı ve uzunluğu dahi kişinin yaşam tecrübesi, bilgi derecesi ve olgunluğu bakımından bir anlam taşır. İslam düşünce sistemi ve yaşam tarzı, kamil manada saf akılla varılan sonuçların, imandan kaynaklanan duygu ve değerler ile altın oranda birleşiminin meydana getirdiği kalp huzurunu ve mutluluğu hedefler. İnsanımız, sağlıklı ve huzurlu bir yaşam için bu birlikteliği amaç ve gaye edinmiştir.

Türk –İslam Devlet anlayışının ilk yazılı örneklerinden olan “Kutadgu Bilig” de Vezir Ögdilmiş, Hükümdara; “Ey Devletli Hükümdar, Beylik hastalığının ilacı akıl ve bilgidir. Ey yumuşak huylu, onu akıl ile tedavi et” demektedir. Aklı öne çıkaran bu anlayış, aynı zamanda aklın gönül ile desteklenmesini gerekli görmektedir. “Tanrı insanı yarattı, seçerek yükseltti, ona erdem, bilgi, akıl ve anlayış verdi; ona hem gönülü (hikmeti, doğruya yönelten değerleri) verdi ve gönlünü Hak’ka açtı” diyerek, aklın ve gönlün bir bütün teşkil ettiğini bildiriyor. Aklın, gönlün rehberliğinde hareket etmesi gerektiği açıklıyor. Kutadgu Bilig’te yer alan şu deyiş bunu açıkça ifade ediyor: “Gönül olmazsa insana gözünün bir faydası yoktur; Akıl olmazsa insan gönlünden yeterince faydalanamaz”.

            Aklın yöneldiği sonuçlar ve alacağı kararlar, imanın ve insani değerlerin merkezi olan kalp; “gönül” tarafından doğrulanmalı, tasdik edilip onaylanmalıdır ki aklın yöneldiği sonuç ve eylem, insanın varlık bütünlüğü açısından anlamlı ve kabul edilebilir olsun. Ancak bu takdirde, aklın vardığı sonuç kalp tarafından onaylandıktan sonra gönül rahatlığı ile uygulanmaya hazır, yapılması gereken bir iş, fiil ve etkileşime dönüşmüş olur. Kalpte yerleşmiş duygu ve değerlerin tasdik etmediği, onay vermediği, doğruluğu tam tespit edilmemiş hallerde ise yapıp etmekten kaçınılması gereken bir iş ve eylemin varlığını kavrayarak aklın söylediği zahiren menfaatimize uygun görünen davranıştan kaçınmak; bunun yerine kalbin gösterdiği yönde karar alıp, aklın bencilliğine dur demek, sağlıklı bir iletişim ve durum alış ve sağlıklı bir karar için gerekli olacaktır.

            Akıl ve kalpte yerleşmiş olan insani değerlerin bütünü diyebileceğimiz vicdan arasındaki bu ilişkiye, İslam düşünce ve yaşam sisteminde “akıl-gönül ilişkisi” demek mümkündür. Bir insanın hayatında, aklın önderlik ettiği her etkileşim ve her seviyedeki yapıp etme davranışının, genel kabul gören insani değerleri, nezaketi ve başkalarını incitmemeyi de içine alacak şekilde kurulması gerekir. Söz veya beden dili dediğimiz davranışla ortaya çıkacak olumlu bir iletişim mesajının oluşması, kişisel ve toplumsal huzurumuz bakımından önem kazanacaktır.

            Bir Müslüman için, dindar olan veya olmayan veya en azından dünyevi manada bir takım insani, ahlaki ve hukuki değerleri önemseyen kişiler bakımından bu iç tutarlılığın dikkate alınması; kararların, değerler sisteminin gözetiminden geçip onaylandıktan sonra uygulanma yoluna gidilmesi gerekir. Hele samimi, ihlas sahibi bir “Müslüman” için yaşamın, inancı ve sahip olduğu insani ve ahlaki değerler doğrultusunda gerçekleşmesi, dünyada ve dünya sonrası ebedi hayatta elde etmeyi umduğu manevi nimetler, dünya hayatında istediği kalp huzuru ve mutluluk açısından önemlidir. Çünkü, “Din” olarak “İslam”: İnsanın dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamak için Allah tarafından “Son Peygamberi” Hz. Muhammed’e gönderilmiş ve Peygamberimiz (Sav.) tarafından “son din”; “en yeni, tamamlanmış ve tüm zamanlar için geçerli, en mükemmel çağdaş inanç ve yaşam sistemi” olarak insanlara, tüm insanlığa tebliğ edilmiştir. İslam Dini; İnsanı insan olmanın gerekleri doğrultusunda, kendine ve çevresine yararlı olacak şekilde değiştiren ve geliştiren yeri doldurulamaz bir inanç ve insanı insan olmaya davet eden “İlahi sitemin” adıdır. En son ve en yeni din: “Kitabı” her türlü tahriften korunmuş “Allah Dini”; “İslam Dinidir”. Yüce Allah Kuranda: “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size olan nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak İslamı seçtim” diyor (Maide Suresi: 3. Ayet).

Atalarımız, bulundukları ve yerleştikleri; yurt edindikleri bölgelere göre değişik kıyafet ve başlık tür ve modellerini yaşamlarına dahil etmişlerdir. Onun içindir ki tarih boyunca Türklerin kendilerine has farklı ve değişik kıyafet ve başlık tercih ve kullanımları olmuştur. Başa sarık sarma bakımından çok farklı ve değişik biçim ve modelleri benimsediklerini, günlük hayatlarında sarık şeklindeki başlık kullanımının yaygınlaşmış olduğunu görüyoruz. Kişinin sağlığında kullandığı başlık ve sarık türü; vefatından sonra da kabri başına dikilen hece taşına şekil verilmesinde dikkate alınır vefat eden kişinin kimliğini; mesleğini, meşrebini belirlemeye devam eden bir simge olarak korunurdu.

Türkler Müslüman olduktan sonra da geleneksel başlık ve kıyafetlerini korumak ve kullanmak yoluna gitmişlerdir. Aradan geçen zaman içinde Anayurtlarından getirdikleri bu kullanım şekli devam edegelmiştir. Milli folklorumuzun çok güzel örnekleri olarak yaşamaya ve yaşatılmaya devam etmektedir. Türkler İslam Dinini kabul ederek İslam medeniyeti dairesine girmekle bu dinin maddi ve manevi değerleri ile de etkileşim haline gelmişler ve yaşadıkları coğrafyaların fiziki ve kültürel şartlarına bağlı olarak kıyafetleri konusunda belli bir değişim yaşamışlardır. Bu manada Müslüman Türkler, ata yurtları olan Türkistan diyarından başlayarak,  yaşamış oldukları coğrafyalarda değişik kültürlerin etkisi ile farklı kıyafetler giyen insanlarla tanışmış oldukları gibi; özellikle, girmiş oldukları İslam medeniyeti dairesindeki Müslüman halkların giymekte oldukları kıyafet ve kültür ögelerini ve kendilerine itibar kazandırıcı giyinme biçimlerini benimseyerek, farklılıkları aza indirmek suretiyle yaşadıkları topluma ve kültüre uyum sağlamak becerisini göstermişlerdir.

            Türk-İslam tarihi boyunca pek çok ünlü sultan, devlet adamı, hukukçu, bilgin ve tasavvuf ehlinin başlarına sardıkları sarık, destar, kavuk gibi değişik isimler verilen başlıklar taktıklarını ve bu başlıkların iki omuz arasından arkaya doğru veya omuzdan göğse doğru uzanan “taylasan” adı verilen bir kısmının yer aldığını temsili resimlerinde görmekteyiz. Bu ünlü kişiler arasında Süleyman Şah’tan, Ertuğrul Gaziden başlayarak, Osman Bey ve sonraki padişahlarda ve bilhassa İstanbul Fatihi; Fatih Sultan Mehmet Hanın yabancı ressamlar tarafından yapılmış portre resimlerinde açık bir şekilde görüyoruz. Padişah, vezir, devlet adamı, bilgin ve tasavvuf ehli gibi şahsiyetlerin  portrelerinde ve temsili resimlerinde gördüğümüz bu  önemli ayrıntı ve sembolik ifade, nasıl bir insani anlayışın; medeniyet ve yönetim anlayışımızda yer etmiş olduğunu bize göstermektedir.

            Bu sembolik görünüm, her düzeydeki insanımız için, yönetim, iletişim ve karar alma ve yaşamada “akıl ve kalp uyumunun” ne denli dikkate alındığını, kıyafetleri ile de ortaya koyduklarını göstermektir. Bu görünüm ve anlayışa uygun olarak, akıl ve gönül bağını kurarak karar alıp iletişimi sağlamanın sonucu nedir diye sorulacak olursa? Deriz ki; Karar alıcı olarak sorumluluğunu bilmek, insanlık onurunu ve hukukunu, korunması ve yaşanması gereken değerleri bilerek hüküm vermek, iletişim sağlamak; iyi ve doğru olana yönlendirip, kötü olandan sakındırmak; uygulanabildiği ölçüde insanları ve toplumu huzura ve mutluluğa götüren en iyi yönetim anlayışıdır.

             Meyvesi ise “İnsan” olarak önem verdiğimiz değerlere uygun olarak karar alabilmek, sağlıklı ve karşısındaki kişiye, bir insan olarak saygı duyan bir iletişim anlayışının ortaya çıkardığı huzurlu bir toplumsal ortamda incinmeden ve incitmeden kalp huzuru içinde mutlu yaşamaktır.