Mustafa Kemal Atatürk, müstesna bir şahsiyettir. Yıkılan bir imparatorluğun, öz cevherinden milli şuuru uyandırarak, yeni bir devlet kurmuştur. Askerliği, devlet adamlığı, inkılâpçılığı yanında düşünce bakımından da eşsiz bir liderdir.
Ne var ki Türk toplumu olarak, “ATATÜRK”ü arzu edilen boyutta ne tanıyabildik ne tanıtabildik. Bunun sonucu olarak da ülkemizde, bazı kişi/kişiler, Atatürk’ün, kendi düşünce ve hedeflerine, hatta eğilimlerine, yardımcı olacak sözlerini alarak, çıkarlarına kalkan yaptılar.
Yıllarca onun ülkemize kazandırdığı, “LAİKLİK”, kavramı bazı kesimler tarafından dine karşı gibi gösterildi. Elbette bu kişileri, bu noktaya getiren nedir veya kimlerdir bilemeyiz. Ancak Atatürk’ ü, İslamiyet karşıtı gibi göstermek, cehaletten başka bir şey değildir. Çünkü Atatürk, İslamiyet’ i, en iyi bilen ve yorumlayan bir liderdir.
Nitekim ATATÜRK, “Bizim dinimiz, en makul, en tabii bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabii olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lazımdır. Bizim dinimiz, bunlara tamamen uygundur. Müslümanların, toplumsal hayatında, hiç kimsenin özel bir sınıf halinde mevcudiyetini muhafaza hakkı yoktur. Kendilerinde öyle bir hak görenler, dini emirlere uygun harekette bulunmuş olamazlar. Bizde ruhbanlık yoktur. Hepimiz eşitiz ve dinimizin hükümlerine eşit olarak öğrenmeye mecburuz. Her fert dinini, din duygusunu, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır. Orası da mekteptir.” demiştir.
Diğer yandan İslam dininin felsefi gerçeğini inceleme, araştırma, öğrenme bakımından, ilmi ve fenni kudrete sahip olacak, seçkin ve hakiki din bilginlerinin yetiştirecek, yüksek müesseselere malik olunması gerektiğini her vesile vurgulamıştır
Atatürk’ e göre, Tanrı birdir, büyüktür. Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Dine saygı gösterilmelidir. Türk milleti, daha dindar olmalıdır. Türk milleti, din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete sahiptir. Bu faziletleri, hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır.
ATATÜRK, Hz. Muhammed’i, sönük bir derviş gibi gösterenlere karşıdır. Bu insanların, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını kavrayamadıklarını her vesilede söylemiş, askeri dehasına hayran olduğunu da sıkça vurgulamıştır.
Nitekim ATATÜRK, “Büyük bir inkılâp yaratan Muhammed’ e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli etmek gerekti. Peygamber ölür ölmez düşünülecek şey, onu bir an evvel toprağa tevdi etmek değil, yaratmış olduğu inkılâbı, emniyet altına almaktı. “ demiştir.
Atatürk, hutbenin halkı genel durumdan, haber etmesi bakımından, son derece ehemmiyetli olduğunu, hutbenin halkın anlayacağı bir dille olmasını gerektiğini de ifade etmiş ve 7 Şubat 1923’te Balıkesir Paşa Camisi’nde bir konuşma yapmış, hutbe vermiştir.
Atatürk Balıkesir Hutbesinde, “Allah birdir. Şanı büyüktür... Peygamberimiz efendimiz hazretleri, Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası hepimizce bilinmektedir ki, yüce Kur’an’daki anlamı açık olan ayetlerdir.” demiştir.
Ayrıca camilerin mukaddes minberleri, halkın ruhi, ahlaki gıdalarına, en yüksek, en verimli kaynaklar olarak görmüş ve “Minberlerden halkın anlayabileceği dille, ruh ve beyne hitap olunmakla, Müslümanların, vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur”demiştir.
Atatürk, “ölülerden yardım istemek, medeni bir toplumun yüzkarasıdır” ifadesini kullanmıştır. Nitekim Allah’ın Resulü de, ölülerden yardım etmeyi yasaklamıştır. Allah Resulü buyuruyor ki “İSTEDİĞİN ZAMAN ALLAH’TAN İSTE, YARDIM DİLEDİĞİN DE ONDA DİLE.” Allah’ u Tela buyurdu ki “ALLAH’I BIRAKIPTA DUA ETTİKLERİNİZ, SİZE YARDIM ETMEYE MUHTEDİR OLAMAZLAR. ONLAR KENDİLERİNE BİLE YARDIM EDEMEZLER.” buyurmuştur.
ATATÜRK dinin, siyasete ve çıkarlara, alet edilmesine de şiddetle karşı çıkmıştır ve “Türk toplumunu yanlış yola sevk edenlerin, din perdesine bürünerek, saf ve temiz halkımızı, hep din kuralları sözleriyle aldata gelmişlerdir.” uyarısında bulunmuştur.
Ülkemizde yıllarca bu kesimler Atatürk’ün, İslam dini ile ilgili düşüncelerini sürekli kamuoyundan uzak tuttular. Nitekim Türk halkı, Atatürk’ün Hz. Muhammed’ in mezarını yıktırmadığını yıllar son öğrendi.
AKP Eski Milletvekili Sayın Prof. Dr. Nevzat YALTINTAŞ, katıldığı bir TV programında, "...Vahabilik'te mezar ziyareti günah sayıldığı için, Suudiler bütün mezarları yıkmaya başlamışlar. Sıra Hz. Muhammed'in mezarına gelmiş. Ülkedekiler, Mustafa Kemal Atatürk'ten yardım istemişler. Atatürk bu olayı duyunca, tüm manevi duyguları kabarmış ve Suudi Kralı'na Hz. Muhammed'in değil mezarına, türbesinin bir taşına dahi dokunulursa, bedelinin çok ağır olacağını bildiren nota niteliğinde bir yazı göndermiştir. Bu vesika Dışişleri arşivlerinde mevcut ama yıllardır açıklanmıyor. Oysa Türk halkının Büyük Kurtarıcısı'nı her yönüyle tanıma hakkı var." diyerek bir gerçeği kamuoyu ile paylaştı.
Ülkemizde "Müslümanlık ve çağdaşlık", "Atatürkçülük ve Müslümanlık", "Müslümanlık ve laiklik", ne birbirine aykırı ne de karşı kavramlardır. Nitekim Milli Eğitim Bakanlarımızdan Rahmetli Avni Akyol: " Hem Müslüman, hem çağdaşlık; hem Müslüman, hem laik; hem Müslüman, hem Atatürkçü; hem Müslüman hem de medeni; ileri ve yenilikçi; hem Müslüman, hem de milliyetçi olabiliriz ve olmalıyız" demiştir.
Atatürk yaşamı boyunca tebliğ edilen İslamiyet’i savunmuş, dini erozyona uğratacak, gelişmelere de sürekli karşı çıkmıştır. Siyasetin ve devlet işlerinin, dini düşüncelerden uzak tutulmasına da özen göstermiş ve gösterilmesini de sürekli önermiştir.