Gazeteciler tutuklanıyor…
Sanatçılar tanık ya da sanık sıfatıyla ifadeye çağrılıyor…
İş dünyasının tepesindeki isimlerden astrologlara kadar soruşturmalar birbirini kovalıyor.
Siyasi parti liderleri ve siyasetçiler yargılanıyor…
Son dönemde yaşanan bu gibi olaylardan dolayı, toplumun belli bir kesiminden temel hak ve özgürlüklerin kısıtlandığına yönelik tepkiler geldiğine tanık oluyoruz.
***
Bendenize sorarsanız gelinen noktada esas olarak şunu sorgulamak gerekiyor:
“Şimdilerde temel hak ve özgürlükler konusunda tepki gösterenler, farklı siyasi görüşe ve yaşam biçimine sahip kişiler söz konusu olunca da aynı tavrı ortaya koyabiliyorlar mı?”
Bu durumu yakın siyasi tarihte yaşanmış örneklerle açıklayalım efendim…
28 Şubat 1997 postmodern darbesinde medya aracılığıyla hükümet istifaya zorlandığında ve hemen ardından irticacı damgasıyla ordu ve bürokraside yapılan ihraçlar karşısında…
Ve yine bu postmodern darbe kapsamında, başörtülü öğrencilerin eğitim hakkı ellerinden alındığında…
Hatta ‘ikna’ adı altında ‘zulüm odaları’ kurulduğunda...
Dönemin kudretli paşaları tarafından 28 Şubat bin yıl devam edecek dendiğinde…
***
Devam edelim…
26 Mart 1999 tarihinde dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanlığı görevine son verilerek, Kırklareli Pınarhisar Cezaevi’ne gönderildiğinde…
Halkın oylarıyla seçilmiş bir belediye başkanına, sadece okuduğu bir şiir sebebiyle siyasi yasak getirildiğinde…
Ve şu saatten sonra muhtar bile olmaz dendiğinde…
***
Devam edelim…
14 Mart 2008’de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının hazırladığı iddianameyle Anayasa Mahkemesi’nce AK Parti’nin kapatılması ve dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dahil 71 kişinin 5 yıl süre ile siyasetten uzaklaştırılması istemiyle yargılandığında…
***
Devam edelim…
Genelkurmay Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısı ile 27 Nisan 2007 tarihinde gece saat 23.20'de yaptığı bildiri ile hükümete e-muhtıra verdiğinde…
***
Evet efendim; bugün yaşanan bazı olaylara tepki gösterenler, o günler de ne yapmışlardı?
Başta temel hak ve özgürlükler olmak üzere ülke demokrasisine vurulan hançer karşısında, tek bir çift söz söylemişler miydi?
Yanlış anlamaya mahal vermek istemem: Dün yapılan haksızlıklar karşısında susanların, bugün konuşmaya hakkı yoktur demiyorum.
Öne sürüldüğü gibi şimdilerde bir rövanşizm söz konusuysa, bunu haklı kılmaya da çalışmıyorum.
Kaldı ki bu köşede defaatle dünün mağdurları, bugünün mağrurları olmamalı dedim ve demeye de devam ediyorum.
Bendenizin sorgulamak istediği tek şey kişilerin, temel hak ve özgürlükler konusundaki samimiyetleri o kadar.
Ve açık konuşmak gerekirse: Geçmişte siyasi görüşü kendisinden farklı olanlara haksızlık yapıldığında susanların, ideolojik bir dayatma peşinde koşanların ve farklı düşüncelere tahammülü olmayanların bu konudaki samimiyetlerine de zerre kadar inanmıyorum…
Yorum sizlerin…
Bendeniz yarın yine buradayım.
Beklerim efendim...
GÜNÜN SÖZÜ:
Üzüntüsü sahte olanın ağlaması gösterişli olur.
- Tolstoy