Türkiye’de her zaman ve her dönem tartışılan konulardan biri de toplumsal ve siyasal kutuplaşma olgusudur. Seçimler dolayısıyla, toplumsal ve siyasal kutuplaşma olgusu daha çok konuşulmakta ve tartışılmaktadır.

         Türkiye’de siyasal ve toplumsal kutuplaşmanın nedenleri oldukça derin, eski, tarihi, çok hayati karakterdedir. Bu nedenleri tespit edip, nedenler ortadan kaldırılmadan toplumsal ve siyasal kutuplaşma ortadan kalkmaz.

Ülkemizde, 12 Eylül 1980 öncesi, sağ ve sol kavramlar üzerine yaşanan ayrışma, ’Dini referans alıp, Müslüman kimliğini öne çıkaranlar’, ’Kürt kimliğiyle, kültürel haklar isteyenler’ ve ’Laik/üniter Cumhuriyetin, tehlikede olduğunu düşünenler.” Kutuplaşma ayrı grup olarak kendini gösterilmişti.

            Ayrıca yılardır. dini inançları nedeniyle, başörtüsü kullanan kadınların devletin kurum/kuruluşlarına, girip giremeyeceği, buralarda çalışıp çalışamayacağı yıllardır, tartışma konusu olmuştur.

              Aslında o günlerde,  bu kutuplaşmaları, Türkiye’ de, nüfusa oranladığımızda etnik ve dinsel kutuplaşma yok denecek kadar azdı.  İç ve dış şer odaklarının, özellikle de Batı ülkelerinin, arzu ettiği boyutta da etnik ve dini bir kutuplaşması da yoktu.

               Ayrıca ülkemizde, kutuplaşma, dış ve iç şer odakların sayesinde sürekli gündemde oldu. Emperyalist ülkeler, geçmişte de Türkleri, Avrupa’dan atmak için,  Bugün olduğu gibi, Balkanlar’da, “IRKİ” ve DİNİ” taassuplar körüklendi. Bu uğurda,  propagandalar yapıldı. Balkan toplumlarının, milliyetçilik hisleri kamçılandı. Önce ayaklanmalar, sonra da savaşlarla, istenen sonuca ulaşmışlardı.

              Eski CIA Başkanı George J. Tenet’,  “ Nerde koas varsa,  bil ki arakasında “DİNSEL”  ve “ETNİK”  nefret veya önyargı vardır.” demiştir

               Bugün de aynı senaryolar, emperyalist ülkelerin gündemdedir.
    

Emperyalist ülkeler, yıllardan beri, Türkiye’ de, ETNİK" ve "MEZHEPSEL" çatışmaları,  körükleyerek, menfaatlerini korumayı ve kollamayı, temel politika olarak benimsemişledir.

                 Çünkü Türkiye, değişen dünya dengeleri içerisinde, Ortadoğu, Balkanlar, Kafkas ve Orta Asya ekseninde kilit ülke durumundadır. Jeostratejik önemi de artmıştır. Ayrıca, Ortadoğu ile birlikte, Kafkas ve Orta Asya’ nın, zengin enerji kaynakları, Batı tarafında kontrol altında tutulmak isteniyor. Bu nedenle de Batı ülkeler, bu bölgelerde kilit durumuna gelen, güçlü bir Türkiye istemiyor.

Ancak ne Aleviler, ne de Sünniler, emperyalizmin ve Siyonizm'in, bu oyuna gelmeyerek ve Türkiye’yi, kaosa sürükleyerek, bölmek, parçalamak isteyenlere de, hak ettikleri cevabı veriyor.

                Ülkemizde, FETÖ örgütlenmesi,  bu tür örgütlenmelerin, ne kadar tehlikeli olduğunu gösterdi, geçmiş yıllarda,Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Topçu, "FETÖ sadece Türk-İslam coğrafyası için değil, barış ve güvenlik isteyen tüm ülkeler için tehlikeli." dedi. 

              Öte yandan Türkiye, son yıllarda, siyaseten fazlasıyla gerildi. Özellikle seçim dönemlerinde, çok daha fazla hissedilen, bu gerilimden, insan hayatı ve sosyal ilişkiler de payını alıyor. TBMM’ ye, getirilen kanun taslakları, ülke yararına da olsa, ya iktidar, ya da muhalefet  tarafından kabul görmüyor.

                Maalesef, ülkemizde, siyasi kültürümüz, ulusal öneme haiz konuları,  yeterli zaman ayırarak, derinlemesine ve sükûnet içinde tartışma alışkanlığını geliştiremedik.   

Oysa demokratik reformlar, en geniş anlamda hayata geçirilerek, çok önceden tamamlanabilseydi,  ülkemizde,  gereksiz tartışmalar ve kutuplaşmalar yerine, yenilikçi,  araştırıcı, bilimsel bilgi üreten ülke haline getirebilir, Yasama-Yürütme –Yargı, dengesini sağlayarak, pekâlâ kutuplaşmaya, neden olan sorunları aşılabilirdi.

            Toplumu,  cephelere ayırmak, olmayan kutuplaşma ve zıtlaşmaları da var gibi göstermek, kimseye yarar getirmediği gibi, ülkemize zarar veriyor. Mevcut huzuru da bozuyor.

Oysa ülkemizde, her alanda huzuru sağlamak için, kutuplaşmaya neden olabilecek tavır, davranış ve söylemlerden de uzak durmak gerekir.

             Türkiye, son yıllarda siyaseten fazlasıyla gerildi. Özellikle seçim dönemlerinde çok daha fazla hissedilen bu gerilimden insan hayatı ve sosyal ilişkiler de payını alıyor.

TurkuazLab’a göre  ‘Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları, 2020 Araştırması ile kutuplaşma hakkında çok çarpıcı detaylar ortaya koydu.   

Araştırmaya katılan insanların, yüzde 74,9'u çocuklarının o partinin taraftarlarından biriyle evlenmesini istemiyor. Yüzde 72'si o partinin, taraftarlarından biriyle iş yapmak istemiyor. Yüzde 66,6'sı çocuklarının, o parti taraftarlarının çocuklarıyla arkadaşlık etmesini de istemiyor. Yüzde 60,8'i ise kendini, en uzak hissettiği partiye, kendini en yakın hisseden biriyle komşu olmak istemiyor.

                 Ülkemizde, en önemli sorunlarından biri olan, kutuplaşma,  her geçen yıl daha da derinleşiyor. Bazı meselelere bakışta, öngörülebilir pozisyon alışları var. Neredeyse herkes, özelliklede siyasiler, ülkede olan bitenleri konuşmaya başladığında, bir diğerinin, nasıl bir tutum ve pozisyon alacağını biliyor, en azından öngörebiliyor ama kutuplaşmaya neden olacak tutum ve sözlerden de uzak durmuyor.  

Ayrıca ülkemizde, çok partili dönemde, Lider ve ekipleri, tavır, davaranış ve icratlarının,  toplum ve insanımız için, bir “EĞITIM” olduğunu, sürekli göz ardı ettiler.  Hatta “gerginlik” ve Kutuplaşma gibi”  stratejilerinden, medet umdular.

Parti liderleri, bu tavır ve davranışları ile de  Rahmetli yazar Uğur Mumcu’ nun, “  TARTIŞMA YERİNE KAVGA, DİNLEME YERİNE SUÇLAMA, YANITLAMA YERİNE SALDIRI… BİZİM YAPTIĞIMIZ BU İŞTE’…”  görüşünü de doğruluyorlar.   

             Elbette eleştiri ve tartışma, yaşamın ve özellikle de siyasetin parçaları, daha doğrusu bütünü içindedir. Ondan da kimse uzak ve ilgisiz kalamaz. Ancak eleştiri, “HOŞGÖRÜ, “ SAYGI” ve “DİYALOĞ”  içinde olmalıdır. Çünkü olumlu eleştiri, hediye olup, uygarlığın  da temeli ve yaşam biçimidir. Demokrasi de bu temeller üzerine inşa edilir. Ülkemizde her alanda oluşacak kutuplaşmayı da önler.