Birleşmiş Milletler tarafından, 1999 yılında alınan kararla 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü” olarak kabul edilmiştir. Bu önemli gün, kadına yönelik şiddet olgusunu dünyanın gündemine taşımakta, soruna ve çözüm yollarına ilişkin çalışmalar yapılması konusunda farkındalık yaratmaktadır.
Eskişehir’ de, Turan Teşkilatı, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nde, kadına yönelik her türlü şiddete dikkat çekmek amacıyla Atilla Özer Karikatür Evi’nde bir etkinlik düzenledi.
Turan Teşkilatı Genel Başkanı, Sayın Neslihan YÜRÜKSOY, “Biz kadınlar; kadın kadının yurdudur kurdu değil. 2023 yılında her gün onlarca kadının öldürüldüğü Türkiye de İstanbul sözleşmesinden ayrılmanın üzüntüsü içinde 25 Kasım uluslararası kadına şiddet gününde ölmeye devam ediyoruz. Türkiye genelinde kadınların, yaşamlarının herhangi bir döneminde maruz kaldıkları psikolojik şiddet oranı yüzde 44, ekonomik şiddet oranı yüzde 30, cinsel şiddet oranı ise yüzde 12'dir.” Diyerek bir gerçeği kamuoyu ile paylaştı.
Ayrıca Sayın YÜRÜKSOY, “İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü ile Jandarma Genel Komutanlığı verilerine göre, 2018 yılında 279, 2019 yılında 337 ve 2020 yılında 267 kadın 6284 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilen kasten öldürme fiilleri sebebiyle hayatını kaybetmiştir.” açıklamasında da bulundu.
Ülkemizde, kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin sonu gelmiyor. Kasım ayının başından itibaren 18 kadın evindeki bir erkek tarafından katledildi. Bu kadınların 15’i evli olduğu erkek, 1’i oğlu, 2’si erkek kardeşi tarafından öldürüldü.
Kadına yönelik şiddet türlerinden en yaygın olanı ve bilinenleri, kadının canına kastederek yaşamına son vermek, dayat atmak, herhangi bir araç kullanarak darp etmek, fiziksel şiddet olduğu gibi boğazını sıkmak, yüzüne kezzap atmak, tedavisine engel olmakta fiziksel şiddettir.
Aslında kadına yönelik şiddet, dünyada ve ülkemizde, kadınların büyük çoğunluğunun yaşadıkları ortak sorun olup, kadına yönelik şiddet, insan hakkı ihlalidir.
Kadına yönelik şiddet, ister kamusal alanda, ister özel yaşamda meydana gelsin, kadının fiziksel, ruhsal, sosyal, cinsel ve ekonomik açıdan, zarar görmesine, acı çekmesine, onurunun zedelenmesine, kadının özgüvenini yitirmesine ve kadınlara karşı ayrımcılığın sürmesine, yol açan bir eylemdir.
Toplumda, aile içi şiddet sorunu çözümlenmedikçe, kadın erkek eşitliğinin sağlanması, kadınlar açısından süregelen özel ve kamusal alanlar arasındaki uçurumun kapatılması mümkün olamayacaktır. Kadınların, karar verici konumlarda yeterli sayıda temsil edilememeleri, mağdurun korunması ve şiddetin önlenmesi için kalıcı çözümlerin getirilmesini engellemektedir.
Dünya Sağlık Örgütü’ ne göre, kadına yönelik şiddet, cinsiyete dayanan, kadını inciten, ona zarar veren, fiziksel, cinsel, ruhsal hasarla sonuçlanma olasılığı bulunan, toplum içerisinde, ya da özel yaşamında, ona baskı uygulanması ve özgürlüklerinin keyfi olarak kısıtlanmasına neden olan, her türlü davranıştır.
Kadına yönelik şiddet, tarih boyunca var olduğu halde, şiddet olarak algılanamamıştı. İnsan haklarından, kadınların eşit olarak yararlanması ve yasalarda, yaşamda var olan ayrımcılıkların kaldırılması amacıyla, 1979 yılında kabul edilen (CEDAW) Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nde, yaşamın her alandaki kadın sorunu ele alındı. Ancak “kadına yönelik şiddet” konusuna yer verilmemişti.
Ülkemizde, kız çocuklarının cinsel istismarı, dövülmesi, çeyiz, başlık parası, namus cinayetleri, flörtte şiddet, evlilikte hırpalanma, dayak, tecavüz, ekonomik ve psikolojik baskı en önemli sebeplerdir.
Ayrıca kadılara yönelik şiddet, cinsel organlara zarar verici uygulamalar, işyerinde ve diğer kurumlarda, cinsel ve psikolojik şiddet, kadın ticareti, fahişeliğe zorlama, yaşlılıkta fiziksel, cinsel ve psikolojik saldırıya uğrama, cinayete kurban gitme şeklinde gerçekleşmektedir.
Bugüne kadar, da kadına yönelik her şiddette de devlet görevlileri, pek çok vaatte bulundu, hamasi nutuklar attı ama hepsinde sözde kaldı. Kadına yönelik şiddette, her geçen gün daha da ivme kazandı.
Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi, diğer adıyla İstanbul Sözleşmesi kadınlara karşı şiddetle mücadelede en kapsamlı ve yeni sözleşmedir.
Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılan sözleşme, 2014 yılında yürürlüğe girdi. Sözleşmenin ilk imzaya açıldığı sene, Türkiye sözleşmeyi çekincesiz imzaladı ve onayladı.
46 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanan sözleşmeyi onaylayan ülke sayısı ise 32’ dir.. Kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve son olarak, kadına karşı şiddet ile mücadele alanında, bütüncül, eş güdümlü ve etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesi sözleşmede yer almıştı.
Türkiye, kadına karşı şiddetle mücadele amacıyla hazırlanan İstanbul Sözleşmesi'nden resmen çıktı. Euronews'e konuşan kadın hakları savunucuları, Türkiye'nin sözleşmeden çekilmesini siyasi bir hata olarak gördü.
Oysa kadına yönelik şiddet, ister kamusal alanda, ister özel yaşamda meydana gelsin, kadının fiziksel, ruhsal, sosyal, cinsel ve ekonomik açıdan, zarar görmesine, acı çekmesine, onurunun zedelenmesine, kadının özgüvenini yitirmesine ve kadınlara karşı ayrımcılığın sürmesine, yol açan bir eylemdir.
Kadına şiddette, öncelikli görev, siyasi iktidarlara düşmektedir. O nedenle de siyasi iktidarlar, kadına yönelik şiddeti önlemede, hem “YASAL” hem de “EĞİTİM” alanında yapılması gerekenleri, bir an önce hayata geçirilmelidir.
Ayrıca tüm siyasi partiler, kadın hakları mücadelesinin yanında durarak hem 6284’ü korumalı, hem de İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden imzalanmasını desteklemeli, İstanbul Sözleşmesi’ne de bir an önce yeniden dönmelidir.