Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi koordinatörlüğünde yürütülen Eğitim Reformu Girişimi’nce hazırlanan raporda, eğitimle ilgili dikkat çeken tespitler vardı.

            TÜİK’ in, Hane Halkı Bütçe Anketi ve Uluslararası Öğrenci Başarılarını Değerlendirme verileri kullanılarak hazırlanan rapor, eğitimin toplumsal eşitsizlikleri azaltabilme imkânından çok uzak olduğunu gösteriyordu. Raporun çarpıcı sonuçlarından bazıları şöyleydi:
                15 yaşındaki gençlerin, yüzde 32’si okuduğunu anlamamakta, yüzde 52’si basit matematiksel problemleri çözememektedir.

                Kırsal kesimde yaşayan, ailesinin geliri sınırlı, üç kardeşi olan, annesi ve babası ilkokul mezunu bir kız çocuğun, liseye gitme olasılığı yüzde 1-2 arasındaydı.

              Oysa kentsel alanda yaşayan, annesi ve babası üniversite mezunu bir erkek çocuğun liseye gitme olasılığı yüzde 68-70’dir.

              En düşük sosyoekonomik düzeydeki öğrencilerin yüzde 51’i, meslek liseleri ve çok programlı liselere devam ederken, yüzde 5’i Anadolu lisesine gidebiliyor. En yüksek sosyo ekonomik düzeydeki öğrencilerin sadece yüzde 3’ü meslek liseleri ve çok programlı liselere giderken, yüzde 49’u Anadolu liselerinde eğitim görüyor.

                 Babasının, ya da annesinin eğitim düzeyi bir yıl daha fazla olan kız çocuklarının eğitime katılım olasılığı oranı yüzde 3, daha yüksek. Annenin, tek ebeveyn olduğu hanelerde kız çocuklarının ilköğretime katılım olasılığı oranı yüzde 38, ortaöğretime katılım oranı yüzde 69 daha azdır. 

            Babası bir yıl daha fazla eğitimli erkek çocuklarının ortaöğretimde eğitime katılım olasılık oranı yüzde 15, kızlarınki yüzde 10 daha  düşük. Gelirinin yarısından fazlası tarımdan gelen hanelerde, kızların eğitime katılım olasılığı yüzde 19 daha düşüktü.
                 Ülkemizde, zorunlu ilköğretimde, yüzde 100 okullaşma hâlâ sağlanabilmiş değil. Bölgeler arası farklar artıyor. Güneydoğu Anadolu’nun, kırsal kesiminde yaşayan bir kız çocuğunun ilköğretime erişim olasılığı yüzde 48-52’dir.

               İlköğretim diploması sahibi olmayan, her 10 gençten yedisi kız. Güneydoğudaki kızların eğitime katılım olasılığı oranı İstanbul’da yaşayan kızlara göre yüzde 50 daha düşüktü.
                  En zengin kesim, en yoksul kesimin 21 katı eğitim harcaması yapıyor. En zengin kesimdeki 7-23 yaş nüfusun yüzde 28’i, yükseköğretime erişebilirken, en yoksul kesimdeki aynı yaş grubunun yüzde 0.4’ü yükseköğretime erişebiliyordu.

                  Raporun sonuç bölümünde, “Eğitimde eşitliğin sağlanması hedefi, ulusal planlama belgelerinde daha çok yer almalıdır. Ortaöğretime ve yüksek öğretime erişim ile ilgili açık hedefler konmalı, bu hedefler sürekli izlenmeli ve geliştirilmelidir.  Eğitime ayrılan kamu kaynakları artırılmalı ve dezavantajlı bölgeler öncelikle dirilmeli. Okul öncesi eğitimin iller temelinde değil, dezavantajlı çocuklar hedef alınarak ve önceliklendirilerek yaygınlaştırılmalı. Genel liseler ve meslek liseleri birbirinden, bu kadar keskin biçimde ayrılmamalı, okullar arası kalite farklılıkları giderilmelidir...” tespitleri yer almıştı                   

                  Rapor, siyasi iktidar tarafından dikkate alındı mı bilinmez ama tablo hiçte iç açıcı değildi. Her gelen siyasi iktidar,  eğitim- öğretim alanında köklü değişiklikler yaptı. Ancak Eğitim-öğretim alanında görevli, yönetici, öğretmen, veli ve öğrencilerimiz altyapı hazır olmadığından, sistem ve programların uygulanmasında, ciddi problemlerle karşı karşıya kaldı.

             Sistem ve program değişikliğinden çocuklarımız sürekli etkilendi. Başarısızlıkların da, en büyük nedeni oldu. Diğer en önemli sebeplerden biri de,  siyasi otoritenin eğitimi, kendi paralelinde yönlendirme arzu ve isteklerinden kaynaklandı.

                   Şu bir gerçek ki Türkiye’de, her yıl yaklaşık 1.400 000 bin çocuğumuzun okula  başladığını, bu sayının da başta İzlanda, Lüksemburg ve Vatikan olmak üzere, 16 ülkenin, her birinin ayrı ayrı nüfuslarından fazla olduğu düşünülürse, Türkiye’nin, eğitim-öğretim alanın da işinin ne kadar zor olduğu da ortada.

                   Batılı ülkeler, bilinçli bir nüfus planlamasıyla, eğitim altyapı hizmetlerini, çoktan tamamlamış ve eğitim için ayırmakta oldukları kaynakları,  kaliteyi yükseltmeye çalışırken, Türkiye’de binde 22’ye varan yıllık nüfus artışı, eğitim için ayrılan kaynakların tamamının altyapı hizmetlerinde erimesine neden olmakta, hatta bu bile etmemekte, dolayısıyla da niteliğin ve kalitenin yükselmesi engellenmektedir.

             2023-2024 eğitim-öğretim yılı, hayat şartlarının zorlaştığı, alım gücünün düştüğü, eğitim-öğretim masraflarının arttığı, iyileştirmelere ve yeni gelişmelere rağmen istenilen seviyeye gelinemediği bir zeminde, sorunların gölgesinde başladı.

            Millî Eğitim Bakanlığı’nın, sürekli olarak eğitimde fırsat eşitliğinden, mesleki eğitimin niteliğinin artırılmasından, okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması çabalarından bahsetmesine karşın, bu alanlarda bir türlü istenilen seviyeye ulaşılamıyor ve hedefler akamete uğruyor.

                    Ülkemizde çocuk ve gençlerimizin, serbest zamanlarında kültürel, sosyal ve sportif faaliyetlerle değerlendirme imkânları yok denecek kadar az.  Okullarda rehberlik çalışmaları yeterli değildir. Dershaneler ise ayrı bir problemdir. Hülasa eğitim ve öğretim alanında, ülkemizin işi kolay değildir.          

                   Ayrıca toplum olarak,” eğitim yalnız devletin işidir”, düşüncesinden de kurtulmak ve eğitimi “TOPLUM” yapar düşüncesini, benimsemek ve her yönü ile de hayata geçirmek zorundayız. Bu insanımız için, bir göreve ödev olduğu kadar, bir haktır da. Çünkü bilgi ve kültür ancak eğitimle aktarılabilir.