Türkiye’nin, eğitim-öğretim alanında, sürekli ve kalıcı sistem ve programları olmadı. Her gelen siyasi iktidar, sistem ve programları ,kendi görüş ve düşüncesi doğrultusunda değiştirdi. Yani siyasi otoriteler,  eğitim-öğretim çalışmalarını, yaz-boz tahtasına çevirdiler. Fatura ise geleceğimizi teslim edeceğimiz, çocuklarımıza çıkartıldı.

                Siyasi iktidarlar, eğitim- öğretim alanında köklü değişiklikler yaptı.  Ancak Eğitim-öğretim alanında görevli, yönetici, öğretmen, veli, en önemlisi de öğrencilerimiz altyapı hazır olmadığından, sistem ve programların uygulanmasında, ciddi problemlerle karşı karşıya kaldı.

               Eğitim-öğretim alanındaki değişikliklerle ilgili pek çok telefon aldık. Ancak bir okuyucumuzun “ … 20 yıldır üç çocuk okuttum. Birisi de devam ediyor. Bu süre zarfında yapılan değişikliklerden şahsım da etkiledi. Her yıl başka bir yöntem, başka bir kitap, araç ve gereç karşısında, veliler olarak biz de şaşırdık. Çocuklarımız ise kobay oldu. Yazılarınızı sürekli okuyorum ama, eğitimci olduğunuz halde, bu tablo ile ilgili tek söz etmediniz.” diyerek sitem etti. Çocuklarının karşılaştığı, güçlüklerden de bahsetmişti.

                 Okuyucumuzun görüşlerine, katılmamak mümkün mü?

                 Yıllardır, Milli Eğitim alanındaki sistem ve program değişikliğinden, çocuklarımız sürekli etkilendi. Hatta başarısızlıkların da, en büyük nedeni oldu. Elbette bu tabloda en önemli sebep, siyasi otoritenin, eğitimi kendi paralelinde, yönlendirme arzu ve isteklerinden kaynaklanmaktadır.

                    İşte imam Hatip Liseleri!

                    Bir siyasi parti, bu okullarımızı, “Arka bahçe “olarak görürken, başka bir parti de İmam Hatip Okullarının karşısında yer alıyor.  En tehlikelisi ise, bazı  partiler  İmam Hatip Liselerini rejim için tehlikeli görürken, diğer partiler ise bu okulları, kafasındaki rejim için, bir basamak olarak gördü. Fatura ise; ülkemize ve bu okullarda okuyan öğrencilerimize çıkartıldı.      

                 Diğer başka bir sebepte, dünyadaki başarılı eğitim sistem ve programları,

Ülkemizde altyapısı gerçekleştirilmeden, uygulama gayret ve çabalarıdır. Yani emeklemeden yürünmek isteniyor. Altyapı gerçekleştirilmediği için de, uygulamaya alınan sistem ve programlar başarısız oluyor.

                  Türk toplumu olarak, daha başarılı ve sorunları çözülmüş bir eğitim istiyorsak, istiyoruz. Siyasi otorite ve her türlü düşüncenin, tesiri altında kalmayan, her yönü ile mükemmel bir vatandaş yetiştirmeyi amaç edinen, eğitim -öğretim alanında sürekli, kalıcı ve sonuç alıcı, eğitim sistem ve programlarını, gerçekleştirmek ve uygulamada tutmak zorundayız.

             AKP döneminde Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), 9 bakan ve 17 kez eğitim sistemin değiştirdi. Okula ulaşamayan çocuk sayısı arttı. Akademik özgürlük dibe vurdu.

             2002'de merkezi bütçe yatırım ödeneğinden MEB'e yüzde 22.34 pay ayrılıyordu. Bu oran,  yüzde 11.51'e geriledi. Eğitime ayrılan pay gayri safi yurt içi hasılada 2003 yılında 3.79 iken, bugün 3.47'ye düştü.      

              OECD ortalamasında ilkokuldan yükseköğretime kadar öğrenci başına eğitim kurumları harcaması 11 bin 680 dolar. Türkiye'de yapılan harcama ise 5 bin 723 dolar.

               OECD istatistiklerinde; Türkiye eğitim materyali eksikliğinde 35 ülke arasında 1. sırada. 720 bin çocuk okul dışında ve eğitime erişemiyor. 2.4 milyon öğrenci ise pandemi sürecinde uzaktan eğitime ulaşamadı.     

             Türkiye 3-5 yaş aralığında yüzde 39 olan erken çocukluk eğitimine katılım oranında OECD'nin son sırasında, 15-19 yaş aralığında yüzde 69 olan okullaşma oranıyla OECD ülkeleri arasında sondan beşinci. 25-34 yaş arası gençlerin yüzde 41'i ortaöğretim mezunu bile değil.

               Türkiye, yükseköğretim mezunu nüfusun istihdam oranının en düşük olduğu iki OECD ülkesinden biridir. Akademik özgürlükler endeksine göre 175 ülke arasında 170. sıradayız

            Toplum olarak bize düşen görev, sistem ve programları kökten değiştirmek olmamalıdır. Var olan eğitim-öğretim sistem ve programlarımıza, dünyadaki ve  çağdaş eğitimdeki  yenilikleri, aktararak  daha da zenginleştirmek olmalıdır.

                Türkiye’de okula başlayan çocuklarımızın sayısı başta İzlanda, Lüksembourg ve Vatikan olmak üzere, 16 ülkenin her birinin ayrı ayrı nüfuslarından fazla olduğu düşünülürse, Türkiye’nin eğitim-öğretim alanın da işinin ne kadar zor olduğu da ortada.

              Eğitimde başarı; ancak pedagoji ilkelerini, aklı ve bilimi ön plana çıkarmakla sağlanır. Pedagoji ilkeleri, akıl ve bilim ön plana çıktıkça, ideolojilerin ve siyasetin etkisi ortadan kalkacak ve eğitim sürekliliği olan bir devlet politikası haline gelecektir.