Ellerim ceplerimde yürüyorum garın önündeki yaşı kemâlini bile geride bırakmış çınar ağaçlarının altından.
Gökyüzüne tam da buradan bakmak muazzam.
Tam da burada bir veda, bir merhaba, çokça vefa...
Aylardan kasım, mevsimlerden sonbahar.
Yağmurun gökyüzüne küstüğü bu günlerde, benim içimde bir ağustos belki de...
Şehrin gürültüsü denen o zaman nehrinde kıyıdan köşeden değil, tam da yolun ortasından şehrin göbeğinden ilerliyorum.
Sonra bir dörtlük geliyor aklıma, nefesim buğu buğu göğe yükselirken yüksek sesle okumaya başlıyorum.
ŞEHİR
Ne çok gözyaşı biriktirdim bu şehirde,
Ne çok anı öldürdüm.
Geçtiğim her yolun bir dili var bende.
Çoğunu artık duyamasam da…
Ne garip ki onca yıla rağmen
Hâlen de birikecek gözyaşları,
Dillenecek caddeleri var bu şehrin
Kaderimde…
“Mevla kaderimizi yazmaya devam ettiği sürece biz de hak için bu gayrete devam edelim Asalet Hanım.” dedim kendime.
Kendini yenilemeyen mazide kalmaya mahkumdur.
Bu şehrin sonbahar elbisesi ile salındığı sokaklarda yüreğimdeki o ağustos sıcağı ile bomboş yürümedim.
Çok ölçtüm, çok biçtim, çok tarttım.
Ve ilerlerken karşımda bu şehrin adeta mukaddesatı olmuş,
O huzur veren çınar ağaçları kadar köklü ve güçlü olan Şehir Gazetesi'nin önündeyim.
Yeni adresim, yeni ailem…
Hayr’ola, hayır getire, mübarek ola.