Ocakoğlu, “Eskişehir kenti, Eskişehir Fay Zonu adı verilen düşük aktiviteye sahip bir kırık zonu üzerinde bulunur. Eskişehir Ovası milyonlarca yıl boyunca bu kırık hattındaki eski depremlerin yol açtığı çökmeyle oluşmuştur. Eskişehir bölgesinde bu şekilde aktifliği kanıtlanmış ve bilim camiasına malolmuş (yani paleosismoloji uzmanları tarafından onaylanarak ciddi bir dergide yayımlanmış) hiçbir aktif fay yoktur. Kuşkusuz bu, bölgemizde aktif fayların olmadığı anlamına gelmiyor tersine bu fayların yeterince araştırılmadığı anlamına geliyor” dedi. 

ESOGÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nden Prof. Faruk Ocakoğlu konuyla ilgili yaptığı değerlendirmede şöyle konuştu;

“Kentimizin yerel gazetelerinden birinde geçtiğimiz hafta “Kime İnanacağız Biz?” başlıklı bir yazıda Eskişehir’in deprem sorununa dikkat çekildi ve bazı önemli konularda uzman görüşlerine ihtiyaç olduğu vurgulandı. O yazıda ayrıca 1999 depremleri öncesi zayıf bina mevzuatı zamanında ESOGÜ Kampüsü içinde yapılmış ve hala etkin olarak kullanılan hastane binalarının deprem güvenliği konusunda yalın açıklamaların halkı rahatlatacağını da belirtti ki ESOGÜ Rektörlük makamının bunu önemsediğini tahmin ediyorum. Şimdi okuduğunuz bu yazıda, Yerbilimlerinin başka konuları yanında deprem konusunda da çalışan bir akademisyen olarak, kentteki karar vericilerle halkı aydınlatmak amacıyla deprem biliminin doğası, Eskişehir bölgesinde deprem çalışmalarının durumu ve “Kampüsteki Aktif Fay” konularında bazı bilgiler sunacağım. Öncelikle paleosismolojinin (eski depremlerin incelenmesi bilimi) 1990’larda gelişmeye başlamış çok genç bir bilim dalı olduğu söylenmelidir. ABD ve Japonya gibi deprem ülkelerinde paleosismoloji çalışmalarının standartları büyük ölçüde yerleşmişken bizde Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından ulusal bir çalışma klavuzu/standardı ancak geçtiğimiz aylarda oluşturulabilmiştir. Bu standardın kalitesi ve ülke gerçeklerine uygunluğu ancak önümüzdeki yıllarda anlaşılabilecektir. İkinci önemli husus, ülkemizdeki paleosismoloji uzmanlarının kalitesi ve sayısıdır. Burada özellikle vurgulanmalıdır ki, bugün ülkemizde paleosismoloji uzmanı yetiştiren standart bir yükseköğretim düzeni yoktur. Halbuki tıpta, bir doktorun kardiyoloji uzmanı olmak için geçeceği aşamalar açıktır. Tıp eğitimi sonrası 5 yıllık kardiyoloji uzmanlığı almadan ve gerekli sınavları başarmadan kardiyolog olunamazken, bugün ülkemizde 4 yıllık jeoloji eğitimini tamamlamış bir jeolog az bir ek çalışma ile paleosismoloji çalışması yapma ehliyetine sahip olabilmektedir. Bunun nedeni geçmişte standartların çok zayıf tutulmasıdır. Son 5-10 yılda TÜBİTAK ve Üniversiteler tarafından fonlanan deprem projeleri sayesinde paleosismolojiye bulaşan jeolog sayısı epey artmıştır; ancak kalitedeki artış aynı ölçüde gerçekleşmemiştir. Bu projelerin çok azından uluslararası ölçekte sonuçlar elde edilebilmiştir. Kısaca deprem araştırmalarına ayrılan fonlar layığınca değerlendirilememiştir. Bu verimlilik sorunu aslında ülkemizdeki tüm bilim disiplinleri için geçerlidir.”

“Eskişehir bölgesinde kanıtlanmış hiçbir aktif fay yoktur”

Prof. Ocakoğlu şöyle devam etti;

“Paleosismoloji, jeoloji içinde birkaç disiplini (stratigrafi, sedimantoloji, jeomorfoloji ve tektonik) konusunda ciddi bir birikimi gerektiren bir karma disiplindir. Ülkemizde bu uzmanlığı layıkıyla taşıyacak yerbilimci sayısı iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar azdır. Eskişehir kenti, Eskişehir Fay Zonu adı verilen düşük aktiviteye sahip bir kırık zonu üzerinde bulunur. Eskişehir Ovası milyonlarca yıl boyunca bu kırık hattındaki eski depremlerin yol açtığı çökmeyle oluşmuştur. Eskişehir kenti civarında deprem üretebilecek (aktif) fayların konumları üzerine yalnızca 3-4 kadar çalışma vardır. Bu fayların tamamı jeomorfolojik (yerşekilleri) unsurlara dayanılarak ve çok kaba ölçekte belirlendiklerinden oldukça sübjektif (kişiden kişiye değişir) niteliktedir. Bu yüzden bu fay haritaları birbirine pek benzemez; birinin fay koyduğu yere bir başkası fay koymamış ya da fay 100’lerce metre öteye konulmuş olabilir. Bu fay haritalarının hiçbiri imar planına altlık oluşturamaz. Halbuki, bir fayın deprem üretebileceğini/aktif olduğunu anlamanın yegâne yolu jeomorfolojik çalışmalar üstüne hendek çalışmalarını eklemektir. Bu çalışmalar yüzeyde yakın geçmişte çökelmiş tabakalar içinde geçmiş depremlerin izlerini aramayı ve tarihlendirmeyi içerir. Eskişehir bölgesinde bu şekilde aktifliği kanıtlanmış ve bilim camiasına mal olmuş (yani paleosismoloji uzmanları tarafından onaylanarak ciddi bir dergide yayımlanmış) hiçbir aktif fay yoktur. Kuşkusuz bu, bölgemizde aktif fayların olmadığı anlamına gelmiyor; tersine bu fayların yeterince araştırılmadığı anlamına geliyor. Çünkü hem yer şekilleri hem de 1956 depremi bölgede deprem üreten fayların varlığını kanıtlıyor.”

“Fayın nereden geçtiği değil binaların depreme dayanıklılığı daha öncelikli”

Son dönemde sıklıkla gündeme gelen ESOGÜ Kampüsü içerisinde aktif fay tartışmasına da değinen Prof. Faruk Ocakoğlu “ESOGÜ Kampüsü’nden geçen aktif fay tartışması hem komik hem de dikkat dağıtıcıdır. Komiktir, çünkü bu fay paleosismolojinin henüz ülkemizde tanınmaya başladığı 2001 yılında, bugünkü bilgilerimize göre çok iptidai ve sübjektif verilere göre konulmuş bir çizgiden ibarettir. Bu çalışmanın aktif fayla ilgili bölümü bir paleosismoloji uzmanı tarafından hazırlanmamıştır. Karabayır Sırtlarından gelip, Kampüsü kat edip, Sultandere’ye doğru uzanan bu çizginin bir aktif fay olduğu standart hendek çalışmaları ile gösterilmemiştir. İşin trajikomik tarafı, bu rapor o zaman Afet İşleri genel Müdürlüğü tarafından nasılsa kabul edilmiş ve bunun üzerine faya komşu 100 m genişlikte bir koruma alanı (tampon bölge-yapılaşmaya yasak bölge) getirilmiştir. Bu rapordan sonra, benim de içinde bulunduğum bir ESOGÜ uzman grubu bu sözde fay üzerinde standart hendek çalışmaları ve bazı jeofizik teknikleri kullanarak bir çalışma yapmıştır. Buna göre gösterilen yerde bir aktif fay mevcut değildir. Hazırladığımız bu rapor üzerine, zamanın Afet İşleri Genel Müdürlüğü kampüs içinde yapılaşma engelini kaldırmıştır. Bu tampon bölge engelinin Kampüs dışında hala geçerli olup olmadığı bilgim dışındadır. Şayet varsa, yeni somut paleosismolojik veriler üretilene kadar bu yapılaşma engeli lağvedilmelidir. “Kampüsteki Fay” öyküsü aynı zamanda dikkat dağıtıcıdır. Çünkü Anadolu Üniversitesi uzmanları ve ben kentin içi boyunca aktif fayların uzandığını ve sıcak su çıkışlarının fayla ilgili olduğunu bilimsel makaleler yazarak gösterdik. Şimdi yapılması gereken hendek çalışmaları ve başka tekniklerle bu faylar üzerindeki eski deprem faaliyetlerini kesinleştirmek ve kentimizin deprem geçmişini araştırmaktır. Ne yazık ki bu işin hala çok başındayız. TÜBİTAK tarafından desteklenen ve bölümüzdeki bir uzman öğretim üyesi tarafından yürütülen bir proje böyle bir amaca soyunmuş gözüküyor. Bu projenin sonuçlarını merakla bekliyoruz” dedi. 

Prof. Faruk Ocakoğlu, sözlerini şu şekilde tamamladı; 

“Eskişehir gibi büyük ölçüde alüvyon (dolgu) zemin üzerinde kurulmuş kentlerde en büyük tehlikeler 1) Deprem sarsıntısının binalarda oluşturacağı yıkım 2) Deprem sarsıntısı nedeniyle oluşabilecek zemin sıvılaşmasının binalarda yol açacağı yıkımdır (zemin içine göçme ya da devrilme gibi). Bu iki büyük sorun yanında, aktif fayların tam olarak nereden geçtiği ikinci derecede önemlidir. Çünkü aktif fay hattına paralel ilk 5-6 km’lik zonda sarsıntı zaten yüksektir ve uzaklıkla çok az değişir. Bu nedenle ülkemizde ve kentimizde aktif fayların nereden geçtiği tartışmasına odaklanılması büyük talihsizliktir. Eskişehir zemininin sıvılaşma davranışı konusunda şimdi Jeoloji Mühendisleri Odası Şube başkanı Can Ayday ve çalışma arkadaşlarının 2001 yılında hazırladığı rapor çok değerlidir. Ancak, kentimizdeki üç üniversitenin zemin mühendisleri tarafından bu rapordaki veriler geliştirilmelidir. Eskişehir’in ve diğer büyük kentlerimizin en büyük sorunu binalarımızın depreme karşı dayanıklılığıdır. Kanayan yaramız buradadır. Üniversitelerimizin, Belediyelerimizin ve diğer kamu kurumlarının elbirliği ile enerjimizi yoğunlaştırmamız gereken asıl konu budur.”

Prof. Faruk Ocakoğlu kimdir?

10 yıllık MTA tecrübesinden sonra 2000 yılında ESOGÜ Jeoloji Mühendisliği bölümüne katıldı. Jeolojinin farklı disiplinlerinde çok sayıda ulusal ve uluslararası projenin yürütücülüğünü yaptı. Son yıllarda Kuzey Anadolu Fay Zonu (KAF) üzerinde son 10 bin yıl içinde oluşmuş çok sayıda çok büyük (Mw8.0) depremlerin varlığını ortaya çıkardı. Tıpkı 2023 yılı Doğu Anadolu depremleri gibi beklenmedik ölçüde büyük bu depremlerin yakın gelecekte İstanbul ve Kocaeli bölgesindeki KAF çalışmalarında çığır açabileceği belirtiliyor.

Kaynak: Haber Merkezi